Suriye krizine Türkiye müdahil olmasaydı veya cari politikasından farklı bir tutum takınsaydı, Türkiye’nin kazanımları neler olurdu? Bu soru, aslında, sırf senaryo çalışması yapılması adına bile sorulmaya deÄŸer bir sualdir. Mezkur sorunun Suriye isyanının hemen baÅŸlangıcında sorulduÄŸunu farz ediyoruz. Türkiye’nin cari siyasetini kategorik olarak eleÅŸtirenlerin en azından böylesi bir soruya verdikleri cevapların ciddi anlamda pozitif olduÄŸunu düÅŸünmek durumdayız. Öncelikle, hangi Türkiye’den bahsediyoruz? Türkiye ya da Türk dış politikası deyince; özellikle Irak iÅŸgali sonrası ve Arap isyanları baÄŸlamının akıllardan çıkarılmaması gerekiyor. Irak iÅŸgali sırasında iktidara gelen AK Parti; Türkiye’nin cumhuriyet döneminin BatılılaÅŸma hikayesi, yükü ve mesafesiyle beraber “DoÄŸuyla” muhatap olmak zorunda kaldı. Irak üzerinden yüzleÅŸilen sorunlar, aktörler ve süreçlerden Arap isyanları dönemine giren Türkiye belli ölçüde yolda kervan düzmeyi de baÅŸardı. Buradan hareketle, Türkiye, Arap isyanları öncesi, bölgesel jeopolitik açısından oldukça riskli adımlar ÅŸeklinde okunması da mümkün olan demokratikleÅŸme çaÄŸrılarını hiç gecikmeden sahiplenmeyi baÅŸardı.
EKSEN KAYMASI DÄ°YENLER NERDE?
Dolayısıyla Suriye krizine karşı pozisyon alan Türkiye, son on yıl boyunca en sıradan tespit ile bölgeye dair perspektifinin dibacesini inÅŸa etmiÅŸ haldeydi. Ä°ÅŸte bu Türkiye, Suriye isyanı karşısında, Baas rejiminin deÄŸil ona isyan eden Suriye halkının yanında yer aldı. Åžimdi sorumuza geri dönelim: Türkiye Baas rejimine karşı tavır takınmasaydı veya Suriye isyanının yanında yer almasaydı neler olabilirdi?
Böylesi bir dış politika öncelikle Türkiye’nin karşısına Tunus, Libya ve hepsinden önemlisi bir Mısır sorunu çıkarırdı. Türkiye ‘Suriye sorunundan uzak durayım’ derken, bütün bölgeyi sarsan bir dalganın ortasına düÅŸer, kendisini Tunus, Mısır ve Libya’da hem halklara hem de iktidarlara anlatamaz hale gelirdi. Türk dış politikası Batıda üretilen ‘eksen kayması’ kurgusunu tekrar telafide zorlanacak bir maliyet ile fiili olarak yaÅŸardı. Hatta yaÅŸanan kırılma, eksen kaymasının ötesine geçer, Türk dış politikasının bütün odağı darmadağın olurdu.
Türkiye Baas rejimine destek verseydi ve katliamları ahlaksız bir soÄŸukkanlılıkla görmezden gelerek jeopolitik bir dile tercüme etseydi, sadece bölge halklarıyla konuÅŸma kabiliyetini yitirmez, Türkiye içerisinde de açıklanamaz bir pozisyona düÅŸerdi. Bugün, mesele Suriye olunca, sol jargondan ödünç almakta hiçbir tutarsızlık hissetmeden, ‘Türkiye’nin emperyal politikalar’ güttüÄŸünü söyleyen apolitik ve naif liberaller; bu sefer de Türkiye’nin ‘Baasçılığından’ dem vurmakta hiçbir sıkıntı görmezlerdi. Türkiye, Suriye halkının isyanının yanında yer almasaydı, bugün Türkiye’nin ‘Müslüman kanı akıttığını’ söyleyen Ä°slamcı Kemalistler aynı ÅŸeyi söylemeye devam ederlerdi. Bugün Türkiye’yi ‘Batının taÅŸeronu’ olmakla suçlayan anakronik sol ve Kemalistler de ‘Arap Baharı Ä°srail’e zarar vermesin’ diye, “ABD Türkiye’ye, Ä°srail’in ‘konforlu düÅŸmanı’ Suriye Baas rejimini korumayı ihale etti” derlerdi. Bugün ‘ErdoÄŸan-DavutoÄŸlu bizi bataklığa sürükledi’ diyenler, bir anda AK Parti’nin Suriye halkını yıllarca kandırıp Baas rejimi ile iÅŸ tuttuÄŸunu söylerlerdi. Bugün OrtadoÄŸu’yu bir bataklık; dolayısıyla bölge halkını da sinek gibi gören neo-28 Åžubat zihniyet, Suriyeli mazlum mültecilere ettiÄŸi hakaretler yerine, Irak iÅŸgalinde olduÄŸunu gibi bir anda Suriye’deki Türkmen varlığını keÅŸfedecek ve Türkmen katliamından dem vuracaktı. Türkiye, Suriye krizinde rejimin karşısında yer almasaydı, bugünlerde Kuzey Suriye’de Kürtlere raÄŸmen ‘PKK devleti ilan edenler’, “Türkiye, kimlikleri bile olmayan Suriye Kürtlerini yalnız bırakarak PKK’nın kucağına itti” diyeceklerdi. Türkiye, Suriye isyanının karşısında yer alsaydı, bugün Türkiye’ye ‘yaptırılıyor-ettiriliyor’ ferasetinde cümleler kuranlar hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmemiÅŸ gibi aynı cümleleri kurmaya devam edeceklerdi.
BÖLGE CAHÄ°LÄ° ANALÄ°ZLER
Türkiye Esed rejiminin yanında dursaydı, bugün “Türkiye BM’de yanlız bırakıldı” diye neredeyse BM’ye ve ABD’ye ÅŸükran sunmaya kadar iÅŸi götürenler, meydanlarda ABD bayraklarını yakarak, BM’nin katliamlara seyirci kalmasını lanetleyeceklerdi. Türkiye Suriye halkının taleplerine kulak tıkasaydı, bugün Türkiye’yi ‘Suriyeli teröristlere destek vermekle’ suçlayanlar, Suriye’ye girerek ‘ErdoÄŸan’ın dostu Esed’e karşı direnen ‘özgürlük savaÅŸçılarını’ ziyaret ediyor olacaklardı. Türkiye Suriye rejimine destek verseydi, bugün ‘terörü dış politikamız azdırdı’ diyenler, ‘Türkiye Baas rejimine, dolayısıyla ‘direniÅŸ hattına’, destek verince Ä°srail PKK’yı kullanıyor’ diyeceklerdi. Türkiye, komÅŸumuzdaki diktatörün yanında yer alsaydı, bugün ‘yıllarca Esed’le sarmaÅŸ dolaÅŸtınız, ne oldu?’ diye hesap sormaya kalkanlar, “ErdoÄŸan zaten diktatör dostuydu” diyeceklerdi. Türkiye yanıbaşımızdaki aile devletini destekleseydi bugün ‘kahve zeka düzeyinde’ yazılar yazdığını söyleyip Suriye’den ‘bize ne’ diyenler, Türkiye Baas rejiminin yanında durarak Batıya ve Ä°srail’e arkasını döndü diye feryat edeceklerdi. Türkiye, Nusayri bir azınlığın, Sünni sermaye ve dini sınıfıyla iÅŸbirliÄŸi marifetiyle hüküm süren Esed rejiminin katliamlarına duyarsız olsaydı; bugün Türkiye’yi ‘Suud-Katar ekseninde Sünni siyaset’ gütmekle suçlayanlar, Türk dış politikasının ‘Åžii jeopolitiÄŸi tarafından esir alındığını’ iddia edeceklerdi.
Diyeceklerdi, diyeceklerdi... Bu cümleler sayfalar dolusu devam edebilir. Çünkü bu cümlelerin hiçbir analiz deÄŸeri olmadığı gibi Suriye kriziyle de bir alakası yoktur. Olmasının iki açıdan imkanı yoktur: Birincisi, bu cümlelerin müellifleri bölgemize dair derin ve kategorik bir cehalet içerisindedir.
Bunun kökleri ise modernleÅŸme tarihimizin vücuda getirdiÄŸi marazlarda aranmalıdır ve bunun Suriye krizi üzerinden tedavi olmasını beklemek naifliktir. Tam da bundan dolayı, Türkiye’nin Suriye krizinde nasıl bir yol izleyeceÄŸi bu güruh için anlamsızdır. Ä°kincisi, yukarıdaki cümlelerin ekseriyeti ‘Suriye-krizini-konuÅŸmak’ üzere kurulmamıştır. Aksine Suriye krizi, akan kan vb. baÅŸlıklar oldukça pespaye bir siyasal araçsallaÅŸtırmanın sıradan kurbanlarıdır. Ahlakını ‘bize ne’ refleksi, kriterlerini komplo teorileri, jeopolitiÄŸini baÅŸka baÅŸkentler, bilgisini tercüme faaliyeti ve zekasını ‘taktik hamlelerden’ devÅŸiren bir dünyadır karşımızdaki. Buna dair atılacak en anlamsız adım ise ikna çabasıdır. AK Parti Baas rejimine destek verse ve katliamları ahlaksız bir soÄŸukkanlılıkla görmezden gelip jeopolitik bir dile tercüme etseydi sadece bölge halklarıyla konuÅŸma kabiliyetini yitirmez, içeride de açıklanamaz bir pozisyona düÅŸerdi. Türkiye Esed yönetimini Suriye halkına tercih etseydi, sadece bölgesel meÅŸruiyeti ve örnek olma iddiasını kaybetmekle kalmayacak; aynı zamanda on yıllarca içinden çıkamayacağı derin bir jeopolitik girdaba girecekti. Ortaya çıkan maliyet sadece Türk dış politikasını darmadağın etmekle kalmaz; Türkiye içindeki normalleÅŸme ve demokratikleÅŸme sürecini de büyük ölçüde sekteye uÄŸratırdı.
Mübarek’e, Kaddafiye ‘git’ diyen ErdoÄŸan’ın Esed’e siyaseten ‘kal’ demesi hem bölgesel hem de ulusal anlamda ErdoÄŸan’ın intiharı olurdu. Yüzlerce karakter suikastından, hapishane sürecinden, partisinin kapatılması giriÅŸiminden ve darbe süreçlerinden daha fazla demokrasi talep ederek güçlü bir ÅŸekilde çıkmış ErdoÄŸan’ın, Baas diktasının peÅŸine takılması elbette düÅŸünülemezdi. Muhalefetin talep ettiÄŸi gibi, ErdoÄŸan, Baas yönetimine destek olsaydı ya da sessiz kalsaydı on yıllardır muarızlarının ve düÅŸmanlarının yapamadığını bir-iki ayda kendi kendisine yapardı.
Türkiye’nin çok uzun bir aradan sonra aktif hale getirdiÄŸi dış politikası büyük bir imtihandan geçmektedir. Aslında Türkiye’nin bir imtihandan geçiyor oluÅŸu bile bugünlerde ‘dış politika analizi’ olduÄŸu farz edilen eleÅŸtirilerin ekseriyetinin anlamsızlığını ortaya koymaktadır. Çünkü dile getirilen eleÅŸtirilerin tamamının hangi somut sonucu var derseniz, alacağınız stratejik cevap “(bu kadar)bulaÅŸmayacaktık!” olacaktır. Hal bu ise Arap isyanları karşısında aldığı tavırla imtihana girmeye hak kazanmış Türkiye’nin, Suriye sınavına dahil olması sadece bir tercih deÄŸil bir mecburiyettir. Türkiye’nin Suriye imtihanından uzak durması ahlaki ve jeopolitik iddialarından vazgeçmesi anlamına gelirdi.
Peki Türkiye’nin Suriye krizine müdahalesine dair eleÅŸtiriler nereden kaynaklanmaktadır? Türkiye’nin Suriye krizine müdahil oluÅŸ ÅŸekliyle ilgili dile getirilen eleÅŸtirileri, hata ve eksiklerin büyük bir kısmı Türkiye’nin devam etmekte olan politikasını yapısal bir deÄŸiÅŸime uÄŸratacak cinsten deÄŸildir. Aksine Türkiye ile beraber onlarca dinamiÄŸin hareket halinde olduÄŸu bir meselede, her adımın ortaya çıkarabileceÄŸi fırsat maliyeti veya bazı taktik hatalardan ibarettir. Sözün özü, Türkiye, dış politikada genelde rastlanması zor olan, ahlaki tercihlerle stratejik çıkarlarının örtüÅŸtüÄŸü bir kriz alanıyla karşı karşıyadır. Türkiye’nin aldığı pozisyon, Suriye’de gelinen nokta itibariyle rejimin akıbeti ne olursa olsun, öncelikle meÅŸru bir zemine oturmuÅŸ durumdadır. Siyasi sonuçları itibariyle ise Türkiye, yeni OrtadoÄŸu’da bir ilk olarak yükselmeye baÅŸlayan, iktidar ve halkların aynı dili konuÅŸma sürecinde, zaman ve siyaset dışı kalma hatasına düÅŸmemiÅŸtir. Türkiye, ayakta kalsa bile, yıkılmamış bir Baas rejimiyle konuÅŸmayı bütün OrtadoÄŸu ve Kuzey Afrika halkları ve kısmen iktidarlarıyla konuÅŸamaz hale gelmeye tercih etmemiÅŸtir. Esed destekçileri, Ä°srail ve Batının arzuladığı tuzaktan uzak durmayı baÅŸarmış Türkiye, sadece bölgeye deÄŸil kendi normalleÅŸmesine de yatırım yapmıştır. Batı, Ä°srail, Rusya ve bölgesel aktörlerin Esed yönetiminden çok Türkiye’nin Suriye krizine müdahil oluÅŸuna verdikleri tepki büyük ölçüde Suriye kriziyle kurdukları iliÅŸkiyi belirlemiÅŸtir. Baas rejiminin arkasında fiilen duranlarla, rejimin yıkılması için retoriÄŸin ötesine geçen hiçbir adım atmayan aktörler, son tahlilde Baas rejiminden çok Türkiye’yi hesaplamaktadır. Türkiye ise karşıt görünen bu aktörlerin benzer pozisyonları ile Suriye rejimi arasına sıkışmış halkın yanındaki bölgesel aktörü temsil etmektedir. Suriye krizinde Türkiye’nin vahim hatalar yaptığını, taÅŸeronluk yaptığını veya emperyal hedefler güttüÄŸünü dillerine dolayanları ciddiye almamız ancak ‘Suriye konuÅŸurken Suriye konuÅŸmalarıyla’ mümkün olabilir. Bunun yolu ise karşı çıktıkları cari politikanın aksi hayata geçirilseydi, Türkiye’nin ahlaken meÅŸru, jeopolitik olarak nasıl üstün kalacağına dair en azından bir tek cümle kurmalarından geçmektedir. O cümleyi duymadığımız sürece, “Suriye konuÅŸurken Suriye konuÅŸtuÄŸu” farz edilenlere ÅŸüphe ile bakmak hakkımızdır!