SETA > Yorum |
Gazze Türkiye'nin Neyi Olur

Gazze Türkiye'nin Neyi Olur?

Erdoğan'ın Gazze'yi sahiplenmeyi "tarihi sorumluluk" olarak nitelemesi duygusal bir açıklamadan öte anlama sahiptir. Kurtuluş Savaşı'na bağlanarak Gazze, Türkiye'nin yeni kimliğinin kurucu unsurlarından biri haline gelmektedir.

İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamda hayatını kaybeden Filistinli sayısı 650'yi buldu. Son iki günde her saat başı Gazze'de bir çocuk öldüğünü belirten BM verilerine göre çocuk ölümleri de 160'a vardı.

Hamas ve Fetih arasındaki uzlaşmadan rahatsız olan İsrail'in, üç vatandaşının öldürülmesini bahane ederek başlattığı son saldırı halklar nezdinde geniş tepkilere sebep olduysa da devletler için aynı şeyi söyleyemeyiz. ABD, İsrail'in "savunma" hakkından bahsederken Almanya ve Fransa, İsrail'e desteklerini açıkladılar. Britanya ise katledilen Filistinliler için değil, ölen İsrail askerleri için başsağlığı diledi.

Gazze katliamı herhalde en çok Türkiye'de bu kadar yoğun tartışılıyor. Türkiye kamuoyu Filistin konusunda hep duyarlıdır. Ancak önemli bir diğer faktör de Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde olmamız. Cumhurbaşkanı adayları ve siyasi parti liderleri birbirlerini İsrail ve Ortadoğu politikaları sebebiyle eleştiriyorlar.

Dış politika konularının iç siyaseti bu kadar belirler hale gelmesi sadece seçimlerle ilgili değil. Türkiye'nin son on iki yılda ortaya koyduğu dış politika performansı ve vizyonu ile yakından irtibatlı. Daha da önemlisi dış politikanın Türkiye'nin milli kimliğinin yeniden kurulmasındaki kritik yeriyle bağlantılı.

AK Parti iktidarı 2002'den itibaren dış politikayı Türkiye'yi dönüştürmenin bir aracı olarak gördü. AB sürecinin getirdiği reformlar, üzerinde uzlaşılan konular olduğu için AK Parti'nin ilk yıllarında dış politika bu kadar tartışılmıyordu. Özellikle 2009 Davos sonrasında AK Parti'nin aktif dış politikası "Yeni Türkiye" hedefi ile birlikte daha çok sorgulanmaya başladı. Zira AK Parti iktidarı Müslüman halkların sorunlarıyla ilgilenmeyi dış politikasının dönüştürücü bir unsuru olarak ele aldı. Bosna, Somali, Myanmar, Suriye, Mısır ve Gazze'de yaşananlarla ilgilenmek, Türkiye'nin "yeni" kimliğini kurmakla irtibatlandı. Türkiye'nin iç sorunlarını çözmenin yolunun da bu yeni kimlik ve dış politika sayesinde mümkün olacağı vurgulandı.

Sözgelimi Türkiye'nin Kürt sorununu sadece içte demokratikleşme perspektifi ile çözmesi kolay değildi. Yeni dış politika anlayışının da yardımıyla Kürt milliyetçilerini kapsayacak bir ortak medeniyet kimliği üretilmeye çalışıldı. Arap Baharı'nın Suriye'de iç savaşa dönüşmesi, Irak ile bozulan ilişkiler ve İran'la rekabet yüzünden yeni bir dış politika yürütmenin zorlukları ortaya çıktı. Bu yeni evrede muhalefet, AK Parti'yi ülkeyi "Ortadoğu bataklığına" saplamış olmakla suçluyor.

Son günlerde Kılıçdaroğlu yeni bir vurgu kattı bu eleştiriye. Kılıçdaroğlu'na göre "İslam coğrafyasında akan kanın en büyük sorumlusu Erdoğan ve Davutoğlu ikilisidir" ve Gazze konusunda "Hükümet sadece konuşmaktadır." Bu eleştiri neye işaret etmektedir? İlk bakışta görünen şey, Hükümetin Ortadoğu ve Filistin politikasının suçlanması. Ancak daha geniş çerçeveden bakıldığında bu eleştiri, Türkiye'nin çevresindeki bölgeye yönelik üstlendiği "sorumluluğun" artık iç siyasetin bir parçası haline geldiğini göstermektedir.

AK Parti dönemi dış politikası, söylemi ve uygulamalarıyla iç siyaseti o kadar kuşattı ki artık muhalefet bu paradigma içinde eleştiri üretmek zorunda kalıyor. Hatta CHP'nin İslam İşbirliği Teşkilatı eski genel sekreteri İhsanoğlu'nu çatı aday göstermesi de bundan ayrı değerlendirilemez. Nitekim Erdoğan'ın Gazze'yi sahiplenmeyi "tarihi sorumluluk" olarak nitelemesi duygusal bir açıklamadan öte anlama sahiptir.

Kurt