Barış süreci başladığı dönemde Başbakan Erdoğan'ın Kürt meselesinin halline yönelik açıklamaları ve meselenin çözümü için attığı adımlar tarihsel bir dönüm noktası ve cesur bir politika olarak görülmüştü. Meselenin diğer tarafında bulunan HDP ve bileşenleri çözüm sürecinde barışa yaklaşıldıkça, baştaki perspektiflerinden saptılar. Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı bölgesel ve küresel dinamikler onlara yeni fırsatların önlerine çıktığını düşündürdü. Bu yüzden Türkiye'de yürüyen çözüm sürecini zora sokan maksimalist taleplerle süreci zamana yayan bir pozisyon belirlediler. Özellikle IŞİD terörünün bölgesel ve küresel implikasyonlarının ardından, PKK ve PYD'nin kullanım değeri arttı. Bu da örgütlerin bölgesel ve küresel meşruiyetlerini ve de güçlerini artırabilecekleri beklentisini oluşturdu. Yeni durumda, çözüm müzakerelerinde kendi konumlarının daha güçlü olduğu gibi bir yanılsamaya kapıldılar. Buna ek olarak 7 Haziran seçiminde AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden çözüm sürecinin tüm maliyetinin ve geleceğinin AK Parti üzerine yıkılmaya çalışılmasıyla, HDP ve bileşenlerinin konumu daha da rahatladı. İşte bu siyasal ortamda, hiçbir sorumluluk üstlenmeden, batıda demokrasi sosu yüksek ve AK Parti karşıtı bloğu kendilerine çekebilecek bir söylem tuttururken, doğuda PKK'nın kamu güvenliğini tehdit eden faaliyetlerini kolayca perdelediler. Ayrıca, Çözüm Sürecinin geleceğine yönelik HDP siyasetinin sorgulanmasını engellediler. Bu anlamda, başta geri çekilme ve silahsızlanma olmak üzere süreçte verdikleri hiçbir sözü tutmayarak ve Türkiye kamuoyunun hassasiyetlerini görmezden gelerek, çözüm sürecinin geleceğine sahip çıkmadılar. Siyasal iktidarla ilgili olmadığı halde, Suruç saldırısını bahane ederek ateşkes sürecini kolayca bitirdiler ve tekrar silaha sarıldılar.
Barış süreci, yüzyıllık Kürt meselesinin kronikleşmiş sorunlarının demokratik bir perspektifle çözülmesini amaçlamaktaydı. Sorunların çözümüyle de silahı bir araç olarak kullanan yapıların yerine, siyasal yapıların yeni süreçte devreye girmesi gerekirdi. Ancak sorunların çözümünde büyük mesafe alınmasına rağmen, milliyetçi Kürt hareketinin temsilcileri, siyaseti güçlendirmeye ve silahlı gücün vesayetinden kurtulmaya dönük bir siyaset izleyemediler. Dolayısıyla görüşmelerde sadece Kandil'in sözcülüğünü üstlendiler. Bundan sonraki dönemde, çözüm sürecinin hem dinamiği, hem de çerçevesi değişecektir. Terör meselesi ve Kürt toplumunun kalan sorunları ayrıştırılarak, kamu güvenliğinden taviz verilmeden, süreç demokratikleşme bağlamında devam edecektir.
[Sabah Perspektif, 01 Ağustos 2015]