CHP, AK Parti'nin demokratikleşme hamlelerinin, kendi tabanının kaygılarını da hesaba katan bir düzlemde ilerlemesi için değişim rotasına girme zorunluluğunu hissediyor.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP genel başkanlığına ge(tiri)ldiği mayıs ayındaki kurultay ile 18 Aralık'ta yapılacak kurultay arasındaki dönemde CHP'deki değişim-statüko dinamikleri arasındaki mücadele hız kesmeden devam ediyor. CHP'nin değişim dinamikleri ve muhtemel parametreleri üzerine parti içinde yürüyen tartışmalara paralel bir tartışma dışarıda akademisyenler arasında da sürüyor. CHP'ye sol, sosyal demokrat bir gömlek biçmekten, Kemalizm'le yollarını ayırmasına dek geniş bir spektrumda yapılan öneriler, CHP'deki değişim güdüsüne yeniden bakmayı zorunlu kılıyor.
Yeni görev demokrat bir siyaset yürütmek CHP, 1990'ların başında yeniden açıldığından beri, her demokratikleşme hamlesiyle ayrıcalıklarını yitiren, statü kaybına uğrayan üst orta sınıfların partisidir. Bu sınıf, uzunca bir süredir, Soğuk Savaş'ın son bulmasının yarattığı siyasal koşullar dolayısıyla, siyasal merkezden dışlanan toplumsal kesimlerin merkeze yerleşme çabalarına amansız bir direnç gösteriyor. Cumhuriyet dönemi boyunca, bugün CHP'de kümelenen siyasal aktörlerin öncüllerince, siyasal yaşamdan dışlanan kesimlerin merkeze yerleşme teşebbüsleri, 1990'larda Kürtlere ve dindarlara yönelik uygulamalarla kanlı bir şekilde tersine çevrilmeye çalışıldı. Ancak, 2000'lerin başından itibaren, önce AB sürecinin iç siyaset üzerinde belirleyici bir etkiye kavuşması, ardından da AK Parti eliyle demokratikleşme sürecinin güçlü bir siyasal aktöre kavuşması, ayrıcalıklı aktörler eliyle sürdürülen direnci etkisizleştirdi. CHP ve sözcülüğünü yaptığı toplumsal kesimler direndikçe yenildiler, yenildikçe de demokrasiye inançlarını yitirdiler. Referandum bu serüvende bir kırılma momenti oluşturdu. Çeyrek yüzyıldır bürokrasinin öncülük ettiği direniş, Anayasa paketiyle imkânsızlaşınca, CHP'nin, temsil ettiği kesimlerin haklarını savunabilmesi için siyaset değiştirmesi zorunlu hale geldi. Referanduma kadar geçen sürede, asker fiilen, yüksek yargı da yasal olarak siyaset üzerindeki denetleyici rollerini kaybettikleri için, CHP, demokratikleşme hamleleriyle ayrıcalıklarını yitiren toplumsal kesimlerin çıkarlarını savunma misyonunu tek başına üstlenmek zorunda kaldı. CHP'nin bu misyonu başarmasının tek geçerli yolu, seçimlerden yüksek oy alıp güçlü bir siyasal temsile kavuşmasıydı. Bir siyasal partiye kimlik veren kadro, taban ve programında ciddi değişikliklere gitmediği müddetçe, bunu başarması mümkün değildi. Bu nedenle, CHP'nin radikal bir değişime maruz kalması gerekiyordu. Nitekim Anayasa paketinin TBMM'den geçmesinin ardından Deniz Baykal ortaya çıka(rtıla)n kasetle, paketin referandumda kabul edilmesinin ardından ise Önder Sav başsavcının müdahalesiyle koltuğunu kaybetti. CHP'nin statükocu siyasetinin bu iki güçlü mimarının, CHP'deki değişim potansiyelinin önünü açmak üzere koltuklarını terk etmek zorunda bırakılmaları, CHP'ye değişim misyonu veren iradenin kararlılığını gösteriyor. CHP, Baykal'ın veciz ifadesiyle, nasıl bugüne kadarki statükocu siyasete dayanan muhalefet tarzını bir "görev" olarak yapıyor idiyse, bundan sonraki değişimcidemokrat siyaset serüvenini de bir "görev" olarak icra edecektir. Bu durum, şimdilik, değişimin önünde bir engel olma potansiyeline sahip son mevzi olan Parti Meclisi'nin de, yeni rotaya göre yeniden dizayn edileceğini