Mısır’da ortaya çıkan tablo yabancısı olduğumuz bir durum değil. Şunun şurasında yedi yıl önce benzer bir felaketin ucundan Türkiye de dönmüştü. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaşananlar daha dün gibi hafızamızda olmalı. Bugünden geriye bakarak şu soruyu sorduğumuzda nasıl bir cevap buluruz: 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir krize çeviren vesayet rejimi, 1997’de olduğu gibi kontrolü iyice kaybetseydi ya da AK Parti bir direniş sergilemeseydi, neler yaşanırdı? 1990’ların manzaralarını çok rahat bir şekilde tecrübe ederdik. Türkiye’nin benzer bir girdaba sürüklenmemesinde, AK Parti’nin ve Erdoğan’ın sebatı ve başarılı siyaseti kadar, vesayet rejiminin tükenmesi de rol oynadı. Özellikle 2013 yazı boyunca Mısır’da yaşanan felaket karşısında, hicap duymadan, kerameti kendinden menkul ‘kazanımlar’ ve ‘cumhuriyet değerlerinin Ortadoğu manzaraları’ üretmemesi ezberlerini tekrarlayıp durdular.
Türkiye gerçekten farklı bir tecrübeyle mi bugünlere geldi? Demokratikleşme maceramız Ortadoğu ile mukayese edilemeyecek kadar erken dönemde başlayıp bugünlere doğru olgunlaşarak mı geldi? Ortadoğu gibi kansız geçişler mi yaşadık? Bu sorulara verilecek dürüst cevapların tamamı Kemalizmin ideolojik kuzenleri olan Baasçılık veya Mübarekizmden geri kalır yanı olmadığını idrak etmeye yeterli olur. Sadece 1970’lerden itibaren yaşanan maliyete bakmak, Türkiye’nin demokratikleşmesinin yeterince kanlı ve kaotik olduğunu teslim etmek için yeterlidir.
Mısır bizim yarım yüzyıllık siyasal takvimimizi son üç yıl içerisinde en acı ve kontrolsüz bir şekilde tecrübe etti. Mübarek’in sahneden çekilmesiyle beraber, Mısır’ın Türk siyasal takviminde nerede olduğunu tespit etmek bile oldukça zordu. Bir yönüyle Türkiye’de çok partili hayata geçtiği 1950’ye benziyor diğer yönüyle ise AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’yi andırıyordu. ‘25 Ocak devriminden’ bugüne kadar iki ekstrem arasında gidip gelen Mısır, Sisi’nin 28 Şubat benzeri darbesi sonrası, kendisini her yönüyle sahte bir seçim neticesinde cumhurbaşkanı ilan etmesiyle, 1980 darbesi sonrasına demirlemiş oldu. Türkiye’yi 1980 darbesine taşıyan şartların dönüşmesi 30 yıla yakın ağır sancılı dönemin yaşanmasına sebep oldu. Ancak 2010 kısmı Anayasa değişikliği sonrasında, kriz sancıları dönemi bitip normalleşme sancıları dönemi başlayabildi. Şimdi benzer kritik soru ve süreç Mısır için de geçerli. Mısır’ı bundan sonra ne bekliyor?
Öncelikle Mısır’ın Türkiye kadar uzun süre kriz sancıları yaşaması hem ülke içi hem de bölgesel sebeplerden dolayı mümkün değildir. Türkiye’nin 1980 darbesinden ayrılan yapısal özellikleri var. Mısır’da darbe rejiminin ayakta kalabilmesinin ve yıkılmasının formülü aynı. En ilkel düzeyde yani adil seçimlerin yapılmasının bile engellendiği bir düzenin devam etmesi gerekiyor. Bunun sürdürülmeye çalışılmasının maliyeti ise Sisi rejiminin kendi sonunu hazırlaması anlamına geliyor. Tıpkı 28 Şubat darbesiyle Kemalist Nirvana’ya ulaştığını düşünen vesayet rejiminin, üç yıl içerisinde, ülkeyi siyasi ve iktisadi iflasa sürüklemesi gibi. Mısır’da da farklı bir durum yaşanmayacak. 90 milyonu aşkın nüfusuyla hali hazırda ekonomik felaketin içerisinde olan Mısır’ın, Körfez finansmanıyla, 1990’ların Türkiye’sinden daha fazla yol alması mümkün değil.
28 Şubat rejimi, uluslararası tahkimatını tıpkı bugünkü Mısır darbe rejimi gibi İsrail üzerinden sağladığını düşünmüştü. Sisi yönetimi de benzer bir ipe sarıldıkça felaha ereceğini düşünmekte. Oysa İsrail kaldıracı darbe rejiminin Arap milliyetçileriyle de zaman içerisinde büyük sorunlar yaşamasına şimdiden sebep olmaya başladı bile. Mısır bugün ne yaşarsa yaşasın, 2002 Türkiye’sine ulaşması kaçınılmaz. 2014 boyunca Mısır’da derinleşecek kriz, 2002’ye ne kadar hızla ulaşılacağını da bizlere gösterecek. Umarız, o gün geldiğinde, Mısır’a bakarak, ‘cumhuriyet kazanımları’ ezberlerini tekrarlamak yerine 2002 devriminin Türkiye için nasıl bir dönüm noktası olduğunu kavrarlar.
[Star, 31 Mayıs 2014]