CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve meşru bir şekilde gelmediğini iddia ederek, demokratik duruş ve anlayışla bağdaşmayan “Benim cumhurbaşkanım değilsin” gibi bir söylem kullandı.
Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın meşruiyetine yönelik bu cümleleri sarf etmesine neden olan husus, bir sanatçının darbe çağrısını da ima eden sözlerine Erdoğan’ın sert karşılık vermesiydi.
Kılıçdaroğlu’nun cümlelerinden maalesef anlaşılan şudur: Cumhurbaşkanını “ayağından asma”dan bahsedenlerin “mahzenlerde zehirlenmesi”ni söyleyenlerin ve darbe ile devrilmesini isteyenlerin sözleri meşrudur. Ancak son seçimde 26 milyon 325 bin kişinin oyunu alan ve yüzde 52,6 oy oranı ile seçimlerin galibi olan bir cumhurbaşkanı meşru değildir.
15 Temmuz yeni oldu. Toplumsal hafızamızda darbenin izleri çok taze. Şehit yakınlarının ve toplumun acıları dinmedi, gazilerin yaraları daha iyileşmedi.
Durum böyleyken bir siyasal partinin lideri, darbe imasında bulunan birini savunmak için; halkın oyları ile 14 kez seçimleri arka arkaya kazanan Erdoğan’ın, cumhurbaşkanı olarak görmediğini söyleyebiliyor.
Hatırlayalım. 15 Temmuz öncesinde FETÖ’nün televizyon kanallarında ve gazetelerinde bazı yazarlar Erdoğan’a “otoriter” diyerek geçmiş darbeleri hatırlatıyorlardı.
Söz konusu yazarlar Erdoğan’ı eleştirirken, sözü bir yerlerden Adnan Menderes’e, Demokrat Parti’ye getiriyorlardı. Sonunun Menderes gibi olacağını ima ediyorlardı.
Arşivler orada duruyor. Kimin ne dediği, bu son tartışmada söylenen sözlerle ne kadar benzer ifadelerin kullanıldığı kolayca görülebilir.
Söz konusu dönemde, bu sözlerinin darbe çağrısı olduğu hatırlatılarak sert karşılık verildiğinde onların cevapları hazırdı: “Darbe ve darbecilerle mücadele ederek hayatlarını geçirdikleri”ni söyleyerek kendilerini savunuyorlardı.
Söylediklerinin, geçmiş darbe süreçlerinde cuntacılara destek verenlerin söylemlerinin aynısının olduğu hatırlatıldığında ise “ne alakası var” diye karşılık veriyorlardı. Ama FETÖ’cü darbe ve işgal girişimine giden yolun taşlarını döşemeye çoktan gönüllülerdi.
15 Temmuz sonrasında yargı mercileri, bu kişilere geçmiş sözlerini hatırlattığında bazıları “Bu yapının terör faaliyeti içinde olduğu kanaatine varsaydım, elbette gazetelerinde bir gün bile kalmazdım” gibi cümleler kurdular. Kendilerini bu tip sözlerle savundular. Geçmişte darbelere karşı durduklarını söylediler.
Ama iş işten çoktan geçmişti.
Konuyu biraz dağıttığımın farkındayım. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanının meşruiyetine ilişkin sözlerine dönersek, aynı cümlelerin Menderes’e, Özal’a Demirel’e karşı da söylendiğini biliyoruz.
Bu tip sözler geçmişte uzun süre devam eden seçim yenilgilerinin ardından, politik bir çaresizliğin yansıması olarak kullanılmıştır.
Örneğin darbecilere hiç itiraz etmeyenler, seçimlerle iktidara gelenlere “her şey sandık değildir” demişlerdir. Darbe dönemlerini alkışlayanlar, sivil dönemleri “cici demokrasi” diye alaya almaya çalışmışlardır.
Seçimlere 3 aylık gibi bir süre varken, CHP liderinin geçmiş seçimlerin sonucunu tanımama eğilimi, önümüzdeki seçimler için ümitsizliğin bir ifadesi olarak okunabilir. Bu sözler, 14 kez seçim kazanmış bir siyasi lidere, tekrar kaybetme endişesinin bir dışa vurumu olabilir.
Demokrasilerde iktidarların siyasi meşruiyeti seçimle belirlenir. Seçimler nasıl iktidarın siyasi meşruiyetini sağlıyorsa, aslında muhalefet partilerinin de meşruluğunun garantisi seçimlerdir.
1950’de demokrasiye geçilmesinden bu yana, her ne kadar tek başına hiçbir zaman iktidara gelemese de; CHP’nin Türkiye siyasetinde meşru bir muhalefet partisi olarak hayatını sürdürmesini sağlayan yine seçimlere girerek halktan oy almasıdır.
Dolayısıyla beraber girilen seçim yarışından galip çıkanın meşruiyetini sorgulandığında, aynı zamanda seçimlerin ikincisinin de meşruiyeti sorgulanmış olur.
Bu da demokratik bir yaklaşım değildir...
[Türkiye, 29 Aralık 2018].