SETA > Yorum |

Türk Usülu Demokrasi!

Bir Eurovizyon yarışmasını daha kaybettiÄŸimiz ÅŸu günlerde dikkatler yeniden 22 Temmuz'a giden sürece yoÄŸunlaÅŸmış durumda. Tatile çıkan ve çıkmayan insanlar olarak "Yaz ortasında seçim mi olur?" muhabbetini sıklıkla duyacağız. Sezer'in Anayasa deÄŸiÅŸiklikleri paketini veto etmesi de gündemimizi iÅŸgal edecek. Nerede olursak olalım 22 Temmuz seçimlerinin ne getirip ne götüreceÄŸini hep beraber göreceÄŸiz. 27 Nisan muhtırasıyla baÅŸlayan süreç Türk siyasi hayatında yeni bir milattan çok önemli bir aÅŸamayı temsil ediyor.

Bir Eurovizyon yarışmasını daha kaybettiÄŸimiz ÅŸu günlerde dikkatler yeniden 22 Temmuz'a giden sürece yoÄŸunlaÅŸmış durumda. Tatile çıkan ve çıkmayan insanlar olarak "Yaz ortasında seçim mi olur?" muhabbetini sıklıkla duyacağız. Sezer'in Anayasa deÄŸiÅŸiklikleri paketini veto etmesi de gündemimizi iÅŸgal edecek. Nerede olursak olalım 22 Temmuz seçimlerinin ne getirip ne götüreceÄŸini hep beraber göreceÄŸiz. 27 Nisan muhtırasıyla baÅŸlayan süreç Türk siyasi hayatında yeni bir milattan çok önemli bir aÅŸamayı temsil ediyor.

Darbelere bağışıklık kazanarak yürümeye çalışan Türk demokrasisi ÅŸimdi yeni bir imtihanla karşı karşıya: Çevrenin düÅŸünce ve taleplerine siyasi ve ekonomik ifade imkânı tanıyarak merkezi dönüÅŸtürmek için çaba göstermeye devam edecek miyiz? Merkezi makul bir noktada tahkim ederken çevreyi kurucu bir aktör olarak demokratik sürecin içinde tutabilecek miyiz? 27 Nisan muhtırasına açıktan ve kapalı destek verenler ve Abdullah Gül'ün cumhurbaÅŸkanlığının engellenmesini rejim adına bir kazanç olarak görenler, merkezin çevreye çekidüzen vermesini "Türk usulü demokrasi"nin normal bir aÅŸaması olduÄŸunu düÅŸünebilirler. "Erken seçim takvimi belli oldu; böylece kriz aşıldı" diyenler "muhtırasız demokrasinin tadı tuzu olmaz; siyasete biraz heyecan lazım" diye de düÅŸünebilirler. Hiç kimse bunun demokratik katılımcı bir siyasi kültürün doÄŸal tezahürü olduÄŸunu iddia edemez. CHP baÅŸta olmak üzere muhalefet partilerinin öncülüÄŸünü yaptığı "AK Parti olmasın da ne olursa olsun" kampanyası, Türk siyasi hayatında görülmemiÅŸ bir hadise deÄŸil. Bu tür siyasi kamplaÅŸmalara ve karalama kampanyalarına daha önce de ÅŸahit olduk. Hiçbir ittifak, iyi bir "ortak düÅŸman" olmadan sonuç vermez. Dolayısıyla saÄŸ ve sol muhalefetin cumhuriyet mitinglerine atıfta bulunarak AK Parti'yi ortak düÅŸman ilan etmesi de normal karşılanabilir. Fakat sorun özellikle saÄŸ partilerin yanlış bir ortak düÅŸmanda ittifak etmiÅŸ olması. SaÄŸ ve soldaki ittifak çalışmaları normal ÅŸartlar altında Türk siyaseti için önemli kazanımlar olabilirdi. Türkiye'de daha fazla partinin, daha fazla demokrasi olmadığını defalarca gördük. SaÄŸ ve sol seçmenin temel ihtiyaç ve taleplerini Meclis'e ve meÅŸru siyaset alanına taşımak için illa da onlarca partinin olması gerekmiyor. GördüÄŸümüz saÄŸdaki ve soldaki birleÅŸme çabaları demokrasimiz adına bir kazanç olarak görülebilir. Ä°deolojik hesaplaÅŸma ve 22 Temmuz seçimleri Sorun, hem ANAP-DYP birleÅŸmesinin hem de CHP-DSP seçim ittifakının, doÄŸal bir sürecin sonucu olmaması. Tersine, söz konusu ittifaklar bir karşı cephe harekâtı olarak gündeme geldi. 27 Nisan muhtırasıyla baÅŸlayan süreci fırsat bilen muhalefet, AK Parti karşıtı bir cephe oluÅŸturabilmek için harekete geçti ve saÄŸ ve solu kendi içinde birleÅŸtirmeye çalıştı. Temel kalkış noktası ideolojik meÅŸruiyet sorgulaması olduÄŸundan, bu ittifakların uzun ömürlü ve verimli olacağını beklemek iyimserlik olur. Asıl sorun, kimin kimle ne için ittifak yaptığından çok, bunun 22 Temmuz seçimlerine ve sonrasına nasıl yansıyacağı meselesi. Daha öncekilerden farklı olarak 22 Temmuz seçimleri, büyük bir ideolojik hesaplaÅŸma olarak yaÅŸanacak. AK Parti 5 yıllık hükümet performansını anlatmaya çalışırken, muhalefet AK Parti'ye "rejimle kavgalı, devlet nezdinde meÅŸruiyeti olmayan, sistemi geren parti" suçlamalarıyla yüklenecek. Kimlik siyaseti, en keskin uçlarıyla çıkacak karşımıza. CHP ve ulusalcı kanadın "Cumhuriyet savunusu", seçimlerin temel ideolojik vurgusu olacak. Böylece seçimlerde sosyal ve ekonomik politikalardan çok, kimin sistem nezdinde meÅŸru ve makbul olup olmadığı tartışılacak. Ä°deolojik hesaplaÅŸmanın hakim olduÄŸu bir seçimden kim kârlı çıkabilir? Bu büyük ölçüde partilerin seçim kampanyasında mesajlarını hangi gerginlik dozunda vereceklerine baÄŸlı olacak. Fakat kesin olan bir ÅŸey var: Muhalefet, AK Parti karşıtı cephe siyasetini gündeme getirmeye çalışırken, sürekli negatif bir seçim kampanyası yürütmek zorunda kalacak. Hükümete yönelik suçlama ve karalama söylemlerinden pozitif mesajlar vermeye vakit bulamayacak. "Neden AK Parti'yi seçmemelisiniz?" diyecek ama "Neden bize oy vermelisiniz?" sorusunu cevapsız bırakacak. Neden? Bunun temel bir sebebi var. SaÄŸ partilerin AK Parti'yle ideolojik meÅŸruiyet yarışına giriÅŸmesi ancak kendi tabanlarında çatlamalara neden olur. AK Parti tabanıyla DP ve MHP tabanlarının çok farklı tarihi, kültürel ve siyasi referansları esas aldığını söyleyebilir miyiz? SaÄŸ muhalefet AK Parti'nin temel siyaset anlayışını deÄŸil, ancak geçen beÅŸ yıldaki politikalarını eleÅŸtirebilir. Aksi halde kendi meÅŸruiyet zeminini de tartışmaya açmış olabilir. Gül'ün cumhurbaÅŸkanlığına engel olmak için CHP'yle beraber hareket eden ANAP-DYP koalisyonu ve liderleri Mumcu ve AÄŸar, zaten büyük bir ideolojik falso yaptıklarının farkındalar. Bunun ANAP-DYP ya da yeni adıyla DP tabanına nasıl yansıyacağını 22 Temmuz günü göreceÄŸiz. CHP'nin izleyeceÄŸi ideolojik sorgulama kampanyası, farklı bir çerçeveye dayanmayacak. Muhtemelen sonuçları da farklı olmayacak. Cumhuriyetin temel deÄŸerleri, laiklik, yaÅŸam biçimi, vs. üzerinde yürütülecek bir seçim kampanyası, CHP'ye yeni oy getirmeyecek, sadece mevcut tabanını biraz daha radikalleÅŸtirecektir. Türkiye'deki saÄŸ ve sol seçmenin oy verme davranışı göz önüne alındığında, CHP-DSP koalisyonu hangi söylemi kullanırsa kullansın saÄŸ seçmenin sola kayması mümkün görünmüyor. Hatta saÄŸ seçmenin cumhurbaÅŸkanlığı seçimleri sırasında yaÅŸananları bir haksızlık olarak görmesi, ortalama saÄŸ seçmenin AK Parti'ye yönelmesine de neden olabilir. Ä°deolojik meÅŸruiyet sorgulaması ve kimlik siyaseti üzerinden yürütülecek bir seçim kampanyası, yeni pozisyon ve cepheleÅŸmelerin oluÅŸmasından çok mevcut kamplaÅŸmanın derinleÅŸmesine neden olacak gibi görünüyor. Cumhuriyet mitingleriyle elde edilen psikolojik üstünlüÄŸün moral ve söylemsel bir üstünlüÄŸe dönüÅŸüp dönüÅŸmeyeceÄŸini seçim sandığında göreceÄŸiz. Kesin olan bir ÅŸey varsa o da kimlik siyasetinin bu seçimlere öyle veya böyle damgasını vuracağı. Tam da bu noktada bütün siyasi aktörlerin sorumlulukla hareket etmesi gerekiyor. Parti siyasetinin ötesinde Türkiye'nin geleceÄŸini düÅŸünmek zorunda olan liderler, kısa vadeli kazanımlar elde etmek adına Türkiye'yi derinden bölebilecek eylem ve söylemlerden kaçınmak zorundalar. Aksi halde seçimin galibi kim olursa olsun, maÄŸlubu hepimiz olacağız. CHP'nin öncülüÄŸünü yaptığı laiklik-dindarlık baÄŸlamındaki ideolojik kışkırtmaların bir benzerini AK Parti'nin yaptığını bir an için düÅŸünün. Böylesi bir çatışma ve gerginlik ortamının sorumluluÄŸunu kim üstlenebilir? Sorumsuz bir ideolojik çatışmayı 22 Temmuz'a kadar oya tahvil etmeye çalışmak, 23 Temmuz günü ortaya çıkacak tabloya daha ÅŸimdiden zımnen gölge düÅŸürmek demektir. Böyle bir imada bulunmak bile, Türkiye'de demokrasi ve hukuk devleti adına neyimiz varsa hepsini yok saymak manasına gelir. Demokrasinin yıkıntıları üzerine kazanılmış bir seçim zaferi hiç kimsenin zaferi olmayacaktır.

Zaman -24 Mayıs 2007