Bir önceki yazıda AK Parti’nin 6. Kongresi üzerinden siyasette değişimi yönetebilmesinin siyasi anlamını analiz etmeye çalışmıştım. Bu yazıda sadece AK Parti’nin siyasi kadrolarının değişimi bağlamında değil, meseleye biraz daha geniş bir açıdan bakmak istiyorum.
Siyasette değişimi yönetmek, aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun sosyolojik değişimini ve küresel düzlemde siyasetin, siyasi parti yapılarının evrildiği yönü de iyi okumayı gerektirmektedir.
Batılı demokrasilerde siyasetin merkezinde yer alan büyük siyasi partiler, son 15 yıllık dönemde, radikal siyasi hareketlerin etkisine boyun eğmek zorunda kaldı.
Küresel siyasi alanda “sokak hareketleri” ve “işgal et” eylemleri özellikle iki binli yıllarla birlikte arttı. Batı'da bu sokak hareketleri daha çok küreselleşme karşıtlığı üzerinden gelişti. Bu tip radikal siyasi hareketleri ideolojik konumlanma olarak sol düşüncede olan kesimler desteklediler. Onların dünyayı değiştireceğini söylemeyi ihmal etmediler.
Radikal siyasi hareketler ve onların savunucuları, geleneksel siyasi parti yapılarını geçmişin kalıntıları olarak kodladılar. Kurumsal siyasi yapıları reddederek bunun yerine kurumsal siyasetten özerk yeni yapıların ortaya çıkmasını teşvik ettiler.
Onlara göre yeni siyasi yapıları/partileri “meydan işgallerinde yetişen yeni örgütçüler” kuracaktı.
Kendilerini “direniş hareketi” olarak tanımlayan bu çevreler, iktidar olmadan dünyayı değiştireceklerdi.
Batı'da bu hareketlerin iki tipik örneğinin çokça reklamı yapıldı. Biri İspanya’da Podemos, diğeri ise Yunanistan’da Syriza’ydı.
İspanya’da Podemos, siyasi partiye dönüşmesinin ardından, daha önceden eleştirdiği her türlü siyasi tavrın, sonradan kendisi siyasi öncülüğünü yaptı. İspanyol siyasetine, olumlu katkı bir yana, en önemli etkisi İspanyol radikal sağının yükselmesini sağlamasıydı.
Yunanistan’da Syriza ise iktidara gelmesinin ardından, daha önceden radikal bir biçimde karşıt olduğu küresel sermayenin emrine girerek AB ve IMF’in direktiflerini yerine getirmekten başka bir işe yaramadı.
Batılı demokrasilerin çoğunluğunda ise radikal sol ve sağ siyaset karşılıklı olarak birbirlerini besleyerek güçlendiler. En nihayetinde de Batı'da merkez partiler gelen değişimi yönetemedikleri için radikal sağın siyasi söylemlerine yönelmek zorunda kaldılar.
Bu tip sokak hareketlerinin teorisyenliğini yapan sol entelektüeller, başta savundukları durumun tam tersine radikal sağın yükselmesini, hatta merkez partilerinin de radikalleşmesindeki kendi sorumluluklarını görmezden geldiler. Siyasetteki değişimin yönünü hesap edemediler.
Merkez partiler de değişimi yönetemedikleri için hem küçüldüler. Hem de daha radikal küçük partilerin siyasi söylemlerine yaklaştılar.
***
Türkiye’de ise Batı'nın aksine, siyasetin merkezi iki binli yıllarda giderek güçlendi. Siyasetin merkezinin güçlenmesinde, Erdoğan’ın siyasi liderliği ve siyasette değişimi yönetmesi belirleyici oldu.
AK Parti 2002 yılında iktidara geldiğinde siyasi alan parçalı bir hâldeydi. Siyasete, siyasetçiye ve siyasi partilere güven azalmıştı. AK Parti, iktidara gelmesinin ardından siyasete güveni artırmaya dönük bir siyaset izledi.
Erdoğan, farklı grup çıkarlarının uzlaştırılmasına yönelik adımlar atarak siyasi alanı genişletti.
Taban eğilimlerini iyi okuyarak, toplumsal sosyolojinin değişimine göre siyasal tutum ve söylemlerini güncelledi.
Ayrıca, dünyada, bölgede ve Türkiye’deki gelişmelere göre kendi tabanını dönüştürdü. Yaşanacak krizlere toplumsal tabanını hazırlayarak değişim dalgalarını yönetti.
Siyasi alanın parçalanmasına yönelik hamleleri etkisiz hâle getirdi. Gerektiğinde mücadele siyasetine başvurmaktan çekinmedi.
Kendisinden sonra, siyasi alanın parçalanmasını ve siyasetin merkezinin dağılarak yeniden Türkiye’de yönetilebilirlik sorununun çıkacağını öngördüğü için, siyasal sistemin dönüşümünü gerçekleştirdi. Sistemde istikrarın sürekliliği için kurumsal bir yapının inşa edilmesi gerektiğini önceden gördü.
Bu açılardan bakıldığında Erdoğan’ın, Türkiye’ye yönelik müdahaleleri savuşturmasında ve krizleri atlatmasında, kendi partisinin güçlü olması önemli bir etkendir.
Bu durum, Erdoğan’ın, siyasette değişimin yönünün nereye gittiğini görerek, buna göre süreci yönetmesi ile doğrudan ilgilidir.
[Türkiye, 23 Ağustos 2018].