Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda askeri bir hareketliliğe girerek zaten düşmüş olan YPG’ye son yumruğu indirmek için beklemeye geçtiğini söyleyebiliriz. Bu durum hem SDG içinde hızlı parçalanmayı hem de YPG’nin güç konsantrasyonunu nereye odaklayacağını iyice belirsizleştiriyor. YPG gücünü daha kuzeye, Türkiye sınırına doğru kaydırması halinde Türkiye için daha kolay bir hedef olacağını çok iyi biliyor.
Trump’ın Amerikan askerlerini Suriye’den çekileceğini açıklamasının ardından Fırat’ın doğusunda hesaplar yine karıştı. Yeni oluşan durum dikkate alınırsa, Fırat’ın doğusuna dair bugünden yarına net bir şey söylemek neredeyse imkânsız. Sadece ihtimallerden bahsetmek ve bunların hangisinin gerçekleşebilir olduğunu tahmin etmek mümkün. Türkiye’nin hareket tarzını belirlemesi için ince bir hesap yapması gerekiyor. Zira ortada birçok belirsizlik söz konusu.
Trump’ın çekilme ile neyi kast ettiği tam olarak açık değil. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada 60 ila 100 gün arasında bir süre içinde Amerikan güçlerinin Suriye’den çekileceği belirtiliyor olsa da bu durumun beklenenden daha kısa ya da uzun sürmesi mümkün. İkinci husus ise çekilmenin yönteminin tam olarak nasıl olacağı. Yani Fırat’ın doğusunda ABD’nin hali hazırda iki tane ana hava üssü, irili ufaklı 10’dan fazla da askeri irtibat noktası bulunuyorken çekilme ile söz konusu varlıkların tamamen kaldırılıp kaldırılmayacağı açık değil. Öte yandan ABD, DEAŞ karşıtı koalisyonun asli unsuru olsa da koalisyonun diğer unsurlarının sahadaki varlıklarının tam olarak ne olacağı henüz cevaplanmış değil. Bu konuda akla ilk gelen ülkelerden biri Fransa diğer ise İngiltere. Fransa, Fırat’ın doğusunda DEAŞ ile mücadeleye ABD ile birlikte angaje olsa da Trump’ın ani kararıyla şaşkına dönmüş durumda. İngiltere ise koalisyona yönelik taahhütlerine bağlı olduğunu açıkladı. Dolayısıyla ABD askerlerini çekiyor ama varlığı orada mı kalıyor sorusu şimdilik cevapsız.
Üçüncü belirsizlik ise Trump’ın çekilme konusundaki kararını sürdürülebilir bir pozisyon olarak pekiştirip pekiştiremeyeceği. Bu gerçekten söz konusu kararın en önemli bilinmeyenlerinden biri. Zira Trump’ın iki yıllık performansı bu konuda kesin bir şey söylemeyi zorlaştırıyor. İçeride tartışmaların odaklandığı temel noktalardan biri, Trump’ın Suriye’den çekilme kararının Obama’nın hareketsizliğinin neden olduğu Suriye karmaşasını ABD için daha da maliyetli bir hale getirecek olması. Daha da spesifik olarak James Jeffery’in, DEAŞ’ı yenmek, İran’ı sınırlandırmak ve Esedsiz bir siyasi geçiş sürecini garanti altına almak şeklinde açıkladığı Suriye planının daha hayata geçmeden sona erdiği yönündeki eleştiriler Trump’ı içeride sıkıştırmışa benziyor. Trump çekilme gerekçesi olarak DEAŞ’ın kaybetmesini öne sürse de güvenlik bürokrasinin ve medyanın buna ikna olduğunu söylemek mümkün değil. İran’ı sınırlamak ise henüz başarılabilmiş bir hedef değil. Bu konuda zaten Trump’ın yakın ekibi içinde de bir tartışma olduğunu söylemek mümkün. Zira Bolton’un ortaya koyduğu, Suriye Demokratik Güçleri’nin İran’ı sınırlandırma stratejisinin, McGurk kanadını temsil eden ve çoğunluğu Irak sahasına odaklanan askerler açısından anlamsız bulunduğu bilinen bir gerçek. Siyasi geçiş sürecinde Esedsiz bir Suriye görmek ise şimdilik cevabı verilebilecek bir soru değil.
Trump hedeflerinin uzağında
Trump için asıl sorun ise, çekilmenin Rusya ve İran’ın daha fazla işine yaracağını düşünen bir güvenlik bürokrasisi ile çalışıyor olması. Her ne kadar Trump, YPG sorununun Türkiye’yi kaybetmeye neden olacağını fark ettiği için böyle bir kararı veriyor görünmüş olsa da bu çevreler çekilmenin Türkiye’nin YPG’ye karşı alacağı hamleyi daha da kolaylaştıracağını düşünüyor. Dolayısıyla Trump iktidara geldikten sonra ilan ettiği güvenlik strateji belgesinde ortaya koyduğu hedeflerinin uzağında görünüyor. Zira ABD’nin rakipleri olarak tarif edilen Rusya ve Çin’den biri, düşmanları olarak tarif ettiği Kuzey Kore ve İran’dan biri, devlet-dışı tehdit olarak gördüğü DEAŞ ve El-Kaide’den ikisi de halen Suriye’de. Dolayısıyla çekilme kararıyla birlikte Suriye’nin ABD için kaybedilmiş bir cephe olarak görülmesi Trump’ın söz konusu kararında ısrarcı olmasını zorlaştırabilir.
Belki bütün bunlardan daha da önemlisi, çekilme kararını Trump’ın kendi başına vermiş görünüyor olması. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinden önce bu kararı ne Pentagon ne de Dışişleri Bakanlığı ile tartışmadığı hatta görüşme sırasında böyle bir karara vardığı Amerikan basınında yer alan haberler arasında yer alıyor. Böylesi bir durumun Suriye dosyasını tutan bürokrasinin Trump’ın karşısına geçmesine neden olacağı açık. Pentagon, Dışişleri, CIA, CENTCOM gibi Suriye dosyasını tutan kurumların içeride direnmeyi mi yoksa başkanın kararına uymayı mı tercih edeceklerini beklemek gerekiyor. Cumhuriyetçi senatörlerin de bu konuda Trump’a yüklenmesi bürokrasiyi cesaretlendirmiş görünüyor. CENTCOM komutanı Votel’in, çekilme kararının ardından yaptığı değerlendirmede “Mideme yumruk yemiş gibi hissediyorum” ifadesini kullanması her şeyi tam olarak açıklıyor.
Bütün bunların yanı sıra, belirsizliğin oluşmasına hizmet eden bir başka husus da Trump’a yönelik medya kampanyasının hızlı bir şekilde devreye sokulmuş olması. Trump’a yakın pozisyon alan Amerikan FOX TV kanalı bile DEAŞ konusunda Trump’a yüklenmeyi tercih etti. Ana akım gazete ve medyanın kahir ekseriyeti ise Suriye’den çekilmenin yanlışlarına dikkat çekiyor. Öyle ki ana akım medya, YPG kaynaklarına dayandırarak verdikleri haberde SDG kontrolündeki hapishanelerde bulunan DEAŞ’lıların (3 bin 200 kişi) serbest bırakılmasını kullandı. Trump da bütün bunlar karşısında halka dönmeyi tercih ederek Twitter üzerinden savunmaya geçmiş görünüyor. Trump’ın Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’a cevaben yazdığı tweetlere bakılırsa, DEAŞ’a karşı savaşın bitmediği argümanını satın almadığı ve halkı kazanmaya çalıştığı açık bir şekilde anlaşılıyor. Bu durum Trump’ın basitçiliği ve inatçılığıyla birleşince süreci daha da belirsiz hale getiriyor.
Suriye içi dinamikler
Suriye içi dinamikler ise ABD’nin çekilme kararının ardından hızlı bir biçimde değişiklik gösterebilir. Burada birbirini tetikleme riski taşıyan birçok denklemden bahsetmek mümkün görünüyor. Bunlardan ilki YPG ile Esed rejimi arasında tıpkı 2012 yılındakine benzer bir şekilde bir anlaşma yapılarak YPG kontrolündeki alanların hızlı bir şekilde rejim kontrolüne bırakılma ihtimali. Bu ihtimalin Tel Rıfat gibi bazı bölgelerde hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi söz konusu olabilir. Ancak Esed rejiminin YPG’nin köşeye sıkıştığı bir dönemde maksimalist talepleri bu durumun gerçekleşme ihtimalini azaltsa da Türkiye’nin muhtemel askeri operasyonu ve her iki aktör açısından da düşman olarak görülmesi, hızlı bir yakınlaşma ihtimalini arttırıyor. Yine de Fırat’ın doğusunda rejimin hızlı bir şekilde mobilize olması ve bu noktalara güç kaydırması çok da mümkün gözükmüyor. YPG’nin bu anlaşmayı yapabilmesi için tamamen Esed rejimine teslim olmaktan başka bir çaresi yok gibi görünüyor.
İkinci önemli husus ise YPG ile Rusya arasında gerçekleşecek hızlı bir yakınlaşma ihtimali. Putin’in çekilme kararına ilişkin yaptığı ilk değerlendirme dikkate alınırsa Trump’ın çekilme kararı Moskova’da çok da fazla dikkate alınmış görünmüyor. Putin, Trump’ın çekilme kararını satın almadığı gibi Washington’u güvensiz bir aktör olarak görüyor. Dolayısıyla Moskova’nın Fırat’ın doğusunda YPG’ye angaje olacak ne niyeti ne de bu bölgeye harcayacak enerjisi olduğu görülüyor. Ancak Rusya’nın sahada Amerikan çekilmesinden kaynaklanacak güç boşluğu fırsatını iyi kullanmak adına beklenmedik yöntemleri devreye sokma ihtimali olabilir. Üçüncü husus ise SDG çatısının hızlı bir şekilde dağılma ihtimali. YPG, koalisyon ve ABD varlığının bugüne kadar tadını çıkarabilmişti. Ancak şimdi aşırı yayılmanın ve fazla düşman kazanmanın maliyetini ödemek zorunda kalacak gibi görünüyor. YPG’nin tek başına ne eleman sayısının ne de kapasitesinin elinde bulundurduğu toprakları korumaya yetmesi mümkün görünmüyor. Arap unsurların asli unsur olduğu bölgelerde YPG’nin bu şartlarda tutunması oldukça zor. SDG içindeki Arapların ise ABD sayesinde orada durmaya devam ettiği ve herhangi bir şekilde YPG’ye biat etmek zorunda olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu nedenle ABD’nin olmadığı bir yerde SDG içindeki Arap ve diğer unsurların hızlı bir kopuş yaşayarak ayrı bir entite kurma ihtimali hayli yüksek görünüyor.
Fırat’ın doğusunda oyun değiştirici hamle ise Türkiye’nin YPG’ye karşı askeri güç kullanmayı hala masada tutuyor olması. Trump’ın çekilme kararı Ankara tarafından memnuniyetle karşılansa da Türkiye için terör ve YPG tehdidini ortadan kaldırmış değil. Bu nedenle, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda askeri bir hareketliliğe girerek zaten düşmüş olan YPG’ye son yumruğu indirmek için sabırsızlıkla beklemeye geçtiğini söyleyebiliriz. Bu durum hem SDG içinde hızlı parçalanmayı hem de YPG’nin güç konsantrasyonunu nereye odaklayacağını iyice belirsizleştiriyor. YPG gücünü daha kuzeye Türkiye sınırına doğru kaydırması halinde Türkiye için daha kolay bir hedef olacağını çok iyi biliyor. Daha güneyde derinde tutarsa da ABD’nin boşluğunda Arap unsurların hedefi olacağı ve yıpranacağı oldukça açık. Bir de buna YPG ile savaşmak için can atan Milli Ordu unsurları eklendiğinde, Türkiye’nin operasyon ihtimali içerideki dengelerde belirleyici olabilir.
Türkiye ne yapmalı?
Böylesi karmaşık bir saha denkleminin oluştuğu bir ortamda Türkiye’nin nasıl hareket etmesi gerektiği ise üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir soru. Trump’un çekilme kararını bir “zafer” gibi görmek yapılabilecek en büyük hatalardan biri olur. Bunun yerine öncelikle Trump’ın çekilme kararının ne kadar ciddi olup olmadığının hızlı bir şekilde nihayete kavuşması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan çekilme kararının ardından yorum yapmayı pek tercih etmedi. Muhtemelen bu konuda bir ilerleme olmasını bekleyip ona göre Türkiye’nin pozisyonunu ve hareket tarzını belirlemek istiyor. Ancak bu durumun zamana yayılması halinde yukarıda bahsettiğim ihtimallerin Türkiye aleyhine gelişmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin aşırı angajmana girmeden ve gücünü çok fazla yaymadan hareket etmesi en doğru yaklaşım olur. Türkiye için asıl tehdit YPG ve PKK. Bunun dışında kalanlar Türkiye için ikincil derecede önemli.
ABD’nin gerçekten çekildiği bir ortamda Türkiye’nin birkaç alternatifi söz konusu. İlki çekilme kararının ciddiyetini gözlemleyerek bir müddet hareketsiz kalması hatta bir askeri harekâttan tamamen vazgeçmesi. Bu YPG tehdidini ortadan kaldırmayacağı gibi Fırat’ın doğusundaki denklemin Türkiye’nin kontrolünden çıkması anlamına da gelebilir. İkincisi ise, sınırlı bir müdahale ile Fırat’ın doğusundaki sınırını güvenli hale getirecek ve YPG’nin Ayn El Arap (Kobani) ile Cezire kantonları arasındaki sürekliliği sona erdirecek operasyonu ABD çekilirken beklemeden gerçekleştirmek. Ancak böylesi bir operasyonun, Trump’ın kararından dolayı baskı altında olduğu bir ortamda gerçekleşmesinin onu kararından vazgeçirebileceği ihtimali göz önünde alınarak planlanması gerekir. Üçüncüsü ise daha kapsamlı bir harekât ile Fırat’ın doğusunda bütün sınırı güvenli hale getirecek şekilde, YPG’nin kontrolünde bulunan ana yerleşim yerlerini de kontrol altına alarak güvenli bir derinlik oluşturmak. Böylesi bir harekâtın risklerinin olduğu gibi Türkiye’nin YPG tehdidini ortadan kaldırması ve YPG’nin kuzeyde tamamen topraksızlaştırılması için gerekli olduğu söylenebilir. Böylesi bir harekatın daha uzun zaman alacak olması ise Türkiye açısından riskleri artıran bir faktör. Böylesi bir gelişmenin Trump’ı etkileme ihtimali de son derece yüksek.
Hangi eylem tarzı benimsenecek olursa olsun risklerin ve fırsatların Türkiye açısından neler olduğunun iyi hesaplanması gerekiyor. Bu sırada en büyük risk DEAŞ’ın Suriye’de alan kazanmaya başlayacak bir şekilde yeniden hortlaması ya da hortlatılması. Böylesi bir durum bütün hesapların yeniden yapılmasını gerekli kılabilir. Türkiye için bir fırsat penceresi açıldığı görülüyor ancak bunun nasıl kullanılacağı çok daha önemli.
[Star, 23 Aralık 2018].