Türkiye’nin 20 Ocak’ta Afrin’deki teröristlere karşı başlattığı Zeytin Dalı harekatı ABD ve Avrupa tarafından yakından takip ediliyor. Harekatın boyutları ve içeriğine dair neredeyse her gün bir açıklama yapılarak Türkiye ile diplomatik temas kurulması, bu durumun en açık göstergesi. Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun şekilde sürdürdüğü operasyon konusunda Batılı siyasetçiler daha dengeli diplomatik bir yaklaşım sergilerken, aynı durumun medya için geçerli olduğunu söylemek zor. Batı medyası büyük ölçüde Türkiye’nin tezlerine karşı bir söylemi benimsemiş durumda. Bu söylemin yakın ve uzak geçmişi Türk kamuoyu tarafından yakından bilindiği için, durum pek şaşırtıcı görünmüyor. Bununla birlikte dozajın bu kadar yüksek olması, Batılı gazetecilerin giderek gazeteciliğin temel ilkelerinden ve aklıselimden uzaklaştığına işaret ediyor.
Türkiye karşıtı propagandanın içeriği
Batı medyasında yer alan Türkiye karşıtı yayınları sekiz başlıkta toplamak mümkün. Gerek fotoğraf kullanımında gerekse haber ve köşe yazılarında yer verilen içerikler büyük ölçüde aynı önyargının peşin hükümleri gibi. Zaten haberlerin ve fotoğrafların akışı ve uğrak yerleri takip edildiğinde, tıpkı PYD/PKK’nın Afrin’deki yer altı tünellerine benzeyen bir ağın izlerine rastlanıyor. Bu ağ, somut fiziksel bir yapıdan ziyade soyuttur ve kökleri tarihe dayalı kültürel önyargılarla beslenmektedir. Sözgelimi Robert Fisk Independent’ta Türkiye’yi karalayan bir köşe yazısı yazar, aynı yazı BBC’de haber olarak aktarılır. Onların kafasındaki Türkiye şablonunun dışına çıkıldıysa, bu durum kendileri için tehlike oluşturmaktadır. Bu durumda gazetecilik de televizyonculuk da medya etiği de veya bir milletin varlık yokluk mücadelesi de onlar açısından değersizleşir. Bu yüzden, burada sekiz maddede özetlenen, ama ekseni daha geniş olan bir çerçevede Batı medyasındaki önyargının izi sürülebilir.
1. Türkiye’nin Afrin’de terör örgütleri PKK-PYD/YPG ile değil Kürtlerle savaştığı iddiası sık sık kullanılıyor. Haber içeriklerinde doğal bir unsur olarak bu ifadeye yer veriliyor. Halbuki Türkiye açık bir şekilde bu iddiayı her seferinde yalanladı ve operasyonun hedefinde terör örgütlerinin olduğunu dile getirdi. Buna rağmen aynı söylem tekrar ediliyor.
2. Türkiye’nin teröristleri değil de sivilleri hedef aldığı yönündeki yaklaşım Batı medyasında yoğun şekilde işleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, eğer sivil hassasiyetimiz olmasaydı operasyon 4-5 günlük bir işti. Fakat biz sivillere hassasiyet gösterdiğimiz için olabildiğince dikkatli hareket ediyoruz, mealindeki açıklamasına rağmen, bu iddianın ısrarla tekrar edilmesi, gazeteciliği sansasyona kurban eden bilinçli bir tercih. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askerlerin ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının bölgede sivillere yaptığı insani yardımların hiç gündeme getirilmeyip yok sayılması, fakat bunun aksine terör örgütleri tarafından yapılan açıklamaların tümüyle doğru kabul edilerek habere dönüştürülmesi de taraflı bir yaklaşımı yansıtıyor.
3. Türkiye’nin işbirliği içinde bulunduğu ÖSO unsurlarının aslında DEAŞ benzeri yapılar olduğu yönündeki iddianın güncellenmesi, zamanlama açısından bakıldığında, operasyonun meşruiyetine gölge düşürmeyi amaçlıyor. ÖSO Suriye’deki yerli unsurlardan oluşan ılımlı muhalif grupları çatısı altında topluyor. ÖSO bağlamında şimdilerde medyaya servis edilen negatif içeriğin hedefi ise PKK-PYD/YPG karşısında oluşan güçlü ittifakı kriminalize etmek. DEAŞ da buna payanda olarak kullanılmak isteniyor.
4. Türkiye’nin Afrin operasyonuyla birlikte Suriye ve Irak’ta DEAŞ karşıtı mücadelenin zarar göreceği yönündeki yaklaşım, Batı medyasında ve Batılı aktörler arasında en fazla vurgulanan içerik. Hâlbuki DEAŞ’a karşı en güçlü mücadeleyi Türkiye Fırat Kalkanı harekatı ile vererek 3 bin civarında örgüt üyesini etkisiz hale getirdi. Ayrıca Suriye ve Irak’taki DEAŞ varlığı sıfıra yakın bir noktaya geriletilmiş durumda. DEAŞ karşıtı koalisyon uzun zamandır hareketsiz; hiçbir operasyon yapmıyor. Eğer herhangi bir yerde DEAŞ varsa, Türkiye onları etkisiz hale getirebilecek durumda.
5. Batı medyasında Suriye’den göç etmek zorunda kalan mültecilere Türkiye tarafından sert davranıldığı, şiddet uygulandığı veya sınırda ateş açıldığı gibi iddialara yer verilmesi, neresinden bakılırsa bakılsın, kötü niyetle masa başında üretilmiş bir ürün. Türkiye hem üç milyondan fazla mülteciyi barındırıyor hem de Suriyelilerin en iyi şartlarda yaşama tutunduğu ülke konumunda. Bunlar bilinmesine rağmen, bu tür uydurma haberlerin yapılmasında ısrarcı olunması, gazeteciliğin algı operasyonuna mahkûm edildiğinin açık göstergesi.
6. Türkiye’nin küresel kamuoyundaki olumlu imajının zayıflatılabilmesi için, Afrin’le hiçbir şekilde ilgisi olmayan, farklı çatışma bölgelerinden alınmış eski fotoğraf ve videoların Afrin’de gerçekleşmiş gibi paylaşılması yöntemine de yoğun şekilde başvuruluyor. Bu konuda PKK-PYD tarafından sosyal medyada yapılan içerik paylaşımlarına, Batı medyasında genellikle doğru haber muamelesi yapılıyor. Önce güya bir saflık göstergesi olarak bu içerikler algı oluşturmak için kullanılıyor; Türkiye bu iddiaların yalan olduğunu ispatlayınca da yayından kaldırılıyor. Aslında habercilikte önemli olan hızdan ziyade, doğru ve güvenilir olmaktır. Bu tür içeriklerin herhangi bir editöryal süzgeçten geçirilmeden yayına sokulması, “olağan şüpheli” kategorisindedir.
7. Türkiye’ye karşı savaşan PKK-PYD üyesi teröristler lehine dolaylı kamuoyu oluşturabilmek için, bu teröristlerin DEAŞ ile mücadelesinden kesitler sunularak haber bültenlerinde ve belgesellerde 'kahramanlaştırılması' sürecinin ısrarla devam ettirilmesi taktik bir propagandadır. PYD’li teröristlerden bahsedilirken “Batı’nın bölgedeki seküler müttefikleri” yaklaşımının ön plana çıkarılması, Batılı toplumlarda kamuoyunu PKK-PYD lehine dinamik tutmak için kullanılıyor.
8. PKK tarafından Hatay ve Kilis’e yapılan saldırılarda hayatını kaybeden sivillere dair içeriklere haberlerde yer veriliyor. Bu saldırılar sonucunda yakınlarını kaybeden ve acı çeken insanlara mikrofon uzatılmıyor. Bu saldırıların görmezden gelinerek “itidal” çağrılarının PKK-PYD için kullanılmaması, gazetecilik adına taraflı bir yayın politikası olmakla birlikte, insanlığa ve uluslararası hukukun güvencesinde oluşturulan müttefiklik anlaşmalarına da aykırı bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
Kaynağın güvenilirliğini kaybetmesi
Batı medyasında yer alan ön yargılı haberlerin yoğunluğu ve oldukça eskiye dayanması, Türkiye’nin toplumsal ve siyasi hafızasında belirli bir şekilde kodlanmıştır. Her toplumun karşı karşıya kaldığı içerikleri tartma ve ölçme biçimleri vardır. Bunlar sonucunda kuşaktan kuşağa aktarılan belirli bir kültürel kod ortaya çıkar. Eğer karşı taraf bu kodu değiştirmek için bir şey yapmazsa ve aksine onu daha da keskinleştirirse, kendisi için çizilen çerçevenin dışına çıkması zor olur. İlişkiler diplomatik sınırlara hapsolur. Batı medyasında yer alan Türkiye karşıtı propagandanın üç amacı olabilir: Birincisi, Türkiye’de yaşayan insanları kendi iddialarına inandırarak mevcut politikalara olan desteği zayıflatmak. Ayrıca mevcut yöneticilerin değişmesini sağlayarak Batılı yönetimlerin istediği yolu takip edecek isimlerin gelmesini sağlamak. İkincisi, Batılı hükümetlerin Türkiye’ye karşı çeşitli bağlamlarda harekete geçmesi isteniyor. Üçüncüsü ise Batılı toplumlar nezdinde Türkiye hem ülke olarak hem de toplum olarak ötekileştirilmek isteniyor.
Batı medyasının, yakın dönemde yer verdiği onlarca kara propagandaya rağmen, bu üç hedefe ne kadar ulaşabildiği tartışmaya açıktır. Bunun için ayrıca araştırma yapılabilir. Fakat özellikle Türkiye toplumunda etki oluşturabilmesi için gerekli unsurlardan birisi, içeriği üreten kaynakla ilgilidir. Eğer kaynak güvenilir ise hedef kitle üzerinde istenen sonuçlara ulaşılabilir ya da bu ihtimal daha kuvvetli hale gelir. Bu tabloya göre, Batı medyasında çıkan Türkiye karşıtı yayınlara bakıldığında, bunun Batı medyasının Batı’ya propagandası olduğu görülüyor.
Mesela Afrin’e yapılan Zeytin Dalı harekatına ilişkin Türkiye kamuoyunda neredeyse yüzde yüze yakın bir toplum destek var. Bazı marjinal çevreler dışında, operasyonu desteklemeyen kesim neredeyse yok denecek kadar az. Bu konuda Türkiye’de yaşayan insanlar meselenin milli bir hassasiyet gerektirdiğini ve Türkiye’nin kuzeyinde ortaya çıkan terör yapılanmasının doğrudan bu ülkenin can, mal ve sınır emniyetini tehdit ettiğini düşünüyor. Aksi yöndeki yaklaşımlar ve suçlamaların toplum nezdinde bir değeri bulunmuyor. Ayrıca Batı medyasının tüm karşı yayınlarına rağmen, hem hükümet 2013’ten bu yana nizami ve gayrinizami darbe girişimlerini milletin desteğiyle püskürtmüş hem de Türkiye kendi ekonomisi ve savunması için özel ajandasını uygulamaktan geri adım atmamıştır.
Batı medyasının Batı’ya propagandası
Yukarda sekiz madde olarak sıralanan konularda Batı medyası Türkiye karşıtı bir gazetecilik dilini benimsemiş görünüyor. Afrin operasyonu üzerinden Türkiye’nin geleceği hedefe konuluyor ve Türkiye adı genellikle Türkiye’nin reddettiği bir tonda haber ve yazılara iliştiriliyor. Türkiye bölgedeki şiddetin, hak ihlallerinin ve çatışmanın mağduru olmasına rağmen, sanki bu konularda çözümü engelleyen ve işlerin daha da kötüye gitmesine neden olan bir aktör olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Fakat bu tür haberlerin uzun zamandan beri herhangi bir mesleki ilke gözetmeksizin tek boyutlu ve sistematik bir şekilde kurgulanması, Türkiye’de toplumun bilgisi dâhilindedir. Tüm bu yayınlara rağmen toplumun Zeytin Dalı harekatına olan desteğinin giderek artması, Batı medyası açısından sorgulanması gereken yakıcı bir gerçekliğe yol açıyor. Tabii ki görmek isterse. Tablo böyle olunca, yani Batı medyasındaki haber içerikleri Türkiye’de toplum tarafından reddedilince, tüm bu yalan haberlerin alıcısı olarak geriye sadece Batılılar kalıyor ve böylece Batı medyasının Batı’ya propagandası olarak tanımlanabilecek bir tablo ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, kendi içine kapanarak haber kaynaklarıyla olan ilişkisini ya sınırlı sayıda önyargılı isimlere indirgeyen ya da tümüyle kara propaganda merkezlerinden iletilen içerikleri mutlak doğru kabul etmeye vardıran bir gazeteciliğin gidebileceği bir yer yoktur. Batı’nın silah gücünü hatırlatmak dışında, insanlığa verebileceği bir gazetecilik ahlakı da yoktur. Bu yüzden, Batı medyası uzun zamandan beri ya 16-17. yüzyılda hafızasında oluşan Türk korkusundan kurtaramadığı kendi önyargılı iç sesinin yankı odası mahiyetindedir ya da tüm şebekesini terör örgütlerinin propaganda merkezine bağlamış durumdadır. Sonuçta ikisi de aynı yere çıkmaktadır.
[AA, 1 Mart 2018]