Yine Türkiye’de seçimler var ve yine Avrupa medyasını bir heyecan sarmış.
“Bu defa Tayyip Erdoğan’ın işi zor” türünde başlıklar Türkiye haberlerini süslüyor.
Hem “Türkiye’de demokrasi yok, Türkiye artık diktatörlükle yönetiliyor” söylemleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye karşı karalama kampanyası yürütüyorlar hem de her seçimde bu defa muhalefet kazanacak havasındalar. Sadece bu havada değiller, bunun için sıkı da çalışıyorlar.
Bir türlü karar veremediler!
Türkiye’de demokrasi var mı yok mu diye!
Yerel seçimleri muhalefetin kazanmasına yönelik beklenti ve ümitleri aslında Türkiye’de demokrasi olduğuna dair kanaatlerini açığa vuruyor. Bu tavırlarıyla, Türkiye’de gerek merkezî gerekse yerel yönetimlerin sandıktan çıkan sonuca göre belirlendiğini, yani ülkenin halkın tercihlerine göre yönetildiğini düşündüklerine kuşku yok.
Seçim zamanı muhalefet lehine topa girmeleri ve iktidarın değişmesi için halkı etkilemeye çalışmaları bu düşüncelerinin tezahürü olarak ortaya çıkıyor.
Ancak her seçimden sonra, halkın AK Parti'yi tercih etmesi sonucunda uğradıkları hayal kırıklığı yeniden “Türkiye’de demokrasi yok söylemine” geri dönmelerine yol açıyor.
Yani aslında “seçimlerden bizim istediğimiz sonuç çıkmıyorsa Türkiye’de demokrasi yoktur” ön kabulüyle hareket ediyorlar.
Bu durumda Avrupa medyasının Türkiye’de demokrasinin işlediğine inanması için AK Parti’nin seçimleri kaybetmesi gerekiyor.
İzmir, Eskişehir, Tekirdağ gibi şehirlerde muhalefet partilerine mensup belediye başkanlarının seçimleri kazanması da Tayyip Erdoğan’a diktatör ithamında bulunan çevreleri engellemiyor?
“Hangi diktatör, yönettiği ülkedeki birçok büyükşehrin muhalefet tarafından yönetilmesine müsaade eder?” diye sormuyorlar.
Diktatörlükle yönetilen bir ülkede muhalefetin seçimleri kazanmaya dair bir ümidi olur mu?
Hatta “sırtını terör örgütlerine dayadığını söyleyen” siyasetçilerin mensup olduğu partiler bile yapılacak olan yerel seçimlerde çok sayıda il ve ilçede belediye başkanlıklarını kazanma beklentisi içerisindeyse bu ülkede diktatörlükten bahsedilebilir mi?
Almanya’da bir parti çıkıp da mesela sırtını DEAŞ ya da El-Kaide’ye dayadığını söyleyip siyaset yapmaya kalksa Alman devleti bu partiye ne kadar müsaade eder?
Böyle bir şeye kuşkusuz müsaade etmeyecek olan Alman devletini, bu tutumundan dolayı Avrupa medyası diktatörlükle suçlar mı?
PKK/PYD, DEAŞ veya El-Kaide’den daha az tehlikeli bir örgüt mü?
Bu noktada Avrupa medyasının Türkiye konusunda neden bu kadar taraflı yayın yaptığını ve açık bir şekilde AK Parti iktidarı karşısında yer aldığının sebeplerini sorgulamak gerekiyor.
İdeolojik olarak AK Parti ve Erdoğan’ı kendilerine rakip/düşman olarak görmelerinden mi kaynaklanıyor bu tavırları?
Yoksa klasik Avrupa merkezci bakışlarıyla, dünyanın geri kalanı için de en iyi olanı kendilerinin bildiğini ve Türkiye için en iyi olanın da AK Parti iktidarının sona ermesi olduğunu düşünmeleri mi asıl sebep?
Ya da Türkiye konusundaki taraflı yayınları, kendi ülkelerindeki iktidar çevrelerinin Türkiye politikalarının bir aracı olmalarıyla mı ilgili? Yani hükûmetlerinin kendilerine verdiği görev çerçevesinde mi Türkiye’deki iktidarı yıpratmaya yönelik yayınlar yapıyorlar?
Peki, bu durumda, sık sık yayınladıkları medya özgürlüğüne dair raporlarında kutsadıkları tarafsızlık ve objektif yayıncılık ilkesiyle çelişmiyorlar mı?
Çelişiyorlar kuşkusuz.
Ancak Türkiye konusunda taraflı ve manipülatif yayınlar yaparken çıkış noktalarını oluşturan yukarıda saydığımız nedenlerden herhangi biri “kutsadıkları putlarını acıkınca yemelerini” meşrulaştırmaya yetiyor herhâlde.
Putlar zaten hep başkasını tahakküm altına almak için inşa edilmez mi?
Avrupa medyası artık Türkiye konusunda gerçekleri çarpıtmaktan vazgeçip okuyucusunu doğru bilgilendirmeye odaklanmalı. Bunun için de Türkiye muhabirlerinin sadece muhalif kesimlerle sosyalleşmeyi ve haber kaynağı olarak yalnızca onları görmeyi bırakmaları gerekiyor.
[Türkiye, 30 Mart 2019].