Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine 19 Ağustos'ta yapılan geçici görevlendirmeler neticesinde kayyum konusu tekrar gündeme geldi. Kayyum atamalarını hendek terörünün başlamasından aylar sonra 8 Eylül 2016'da Diyarbakır'ın Sur ve Silvan ilçe belediyelerinde görmüştük. Bu ilk görevlendirmelerin ardından hendek sürecinde belediye araçlarının hendek kazma ve bombalı araç olarak kullanılması, belediyelerin teröre finansman sağlaması ve terör propagandası yapması gibi nedenlerle belde belediyeleri dahil toplam 95 belediyeye kayyum atanmıştı.
31 Mart 2019 seçimlerinde bu belediyeler de dahil olmak üzere tüm yurtta yerel seçimler yapılmış ve HDP bir önceki 2014 yerel seçimlerine göre net toplamda iki il ve on yedi ilçeyi kaybetmiş, partinin elindeki toplam büyükşehir, il ve ilçe belediye sayısı 58'e düşmüş ve bu durum HDP'nin hendeklere gömüldüğü şeklinde yorumlanmıştı. Seçimde yaşadığı bu kayıplara rağmen HDP'li adaylar 3 büyükşehir, 5 il ve 50 ilçede belediye başkanlığı koltuklarına oturdu. Ne var ki iki hafta kadar önce HDP'li Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine tekrar kayyum atandı.
Tüm bu kayyum sürecine üç soru üzerinden yaklaşmak mümkün: İlki kayyum atamaları hukuk dışı mı? İkincisi görevlendirmeler hukukiyse bile kamuoyu vicdanını yaralıyor mu? Son olarak görevden el çektirmeler hem hukuka hem vicdana sığıyorsa neden HDP'yi kapatıp sorunu kökten çözmüyoruz?
Kayyum atamaları hukuki mi?
İlk sorudan başlamak gerekirse kayyum görevlendirmelerinin hukukla çelişen bir yönü yok. Bu konuda Anayasa'nın 127. maddesi gayet açık: "…Görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir." Nitekim görevlerinden uzaklaştırılan belediye başkanları için gerek seçilmelerinden önce gerekse de seçilmelerinden sonra açılan soruşturmalar var. PKK militanlarına yönelik anma etkinliklerinden kitleye PKK marşı okutmaya, şehit ailelerini işten kovmaktan işe alımlarda terörist yakınlarına pozitif ayrımcılık uygulama ve sokaklara terörist ismi vermeye kadar pek çok skandal olayı seçimlerden sonraki üç ay içerisinde yaşadık. Nitekim Belediyeler Kanunu'nun 47. maddesi de görevden uzaklaştırmalarla ilgili süreci tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıklamaktadır. Dolayısıyla soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılması da yerlerine yapılan geçici görevlendirmeler de hukukidir. Tabii burada akla gelen bir diğer soru da "madem suçlulardı neden seçime katılmalarına izin verildi?". Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) hüküm giymemiş bir adayı seçimde yarışma hakkından mahrum bırakma hakkı yok. Yani YSK "Ben şimdi bu adayın seçime katılmasına izin verirsem, o da seçimi kazanırsa yarın bir gün kayyum atanabilir, iyisi mi ben şimdiden izin vermeyeyim" deme keyfiliğine sahip değil. Zira YSK adaylığa mani olacak hak mahrumiyeti doğuran bir mahkumiyet kararı ararken kamu güvenliği ve düzenini sağlamakla görevli İçişleri Bakanlığı görevden uzaklaştırma için soruşturma ve kovuşturmalar ile iktifa edebiliyor.
Yargının mahkumiyet kararı beklenebilir miydi?
Peki neden yargının vermesi muhtemel mahkumiyet kararları beklenmedi, neden İçişleri Bakanlığı sabırlı davranmadı? Görevden uzaklaştırma ve geçici görevlendirmeler bu haliyle hukuki olsa bile vicdanları yaralamıyor mu? Nihai yargı kararı beklenmedi çünkü maalesef PKK'nın suç işleme hızıyla yargının davaları sonuçlandırma hızı arasında epey bir fark var. Örneğin Adnan Selçuk Mızraklı, Diyarbakır büyükşehir belediye başkanı seçildikten henüz dört gün sonra, 4 Nisan 2019'da Diyarbakır HDP İl Binası'nda katıldığı bir etkinlikte PKK sloganları ve marşı eşliğinde terörle mücadele operasyonlarında öldürülen PKK'lı teröristler için saygı duruşunda bulundu. Ben şahsen daha o gün HDP'nin kayyum sürecinden ders çıkarmadığını, Mızraklı'nın katıldığı bu etkinliğin (!) kayyumu çağırmaktan başka bir anlama gelmediğini yazmıştım. Nitekim kesin sonuçlar açıklanıp mazbatalar alındıktan sonra da bu tavır değişmedi.
Kaldı ki sorulması gereken soru da "Seçilmiş bir belediye başkanı görevden uzaklaştırılabilir mi?" değil. Doğru soru, somut vakadan ve tecrübeden hareketle şöyle olabilir: Seçilmiş bir belediye başkanı oturduğunuz sokağa bir teröristin adını verebilmeli mi? Kitleyle beraber PKK militanları için saygı duruşunda bulunabilmeli mi? HDP'li belediyelerin PKK'ya finansman sağlama, militan kazandırma, propaganda yapma gibi eylemleri de düşünüldüğünde terör gibi hassas bir konuda kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanmasından sorumlu İçişleri Bakanlığının yıllar sürebilecek yargı süreçlerinin sonucunu beklemeden mevcut soruşturma ve kovuşturmalarla yetinmesi vicdanı yaralamak bir yana elindeki alternatifi olmayan bir yöntem.
Parti kapatmak çözüm mü?
Son olarak madem HDP PKK'nın siyasi uzantısı olarak işlev görüyor, pek çok belediyesi örgüte bu derece destek oluyor, neden partiyi kapatıp sorunu kökten çözmüyoruz? Uzun bir konu olmakla beraber bunu kısa geçmeye çalışalım. Hareketin daha önce birçok partisini kapatmak çözüm olmadı, biri kapanmadan yenisini açtılar. Daha da önemlisi partileri kapanınca devlet bize dağdan başka yol bırakmıyor dediler, Kandil'i adres gösterdiler. Oysa geçici görevden uzaklaştırma konusunun ne parti kapatma ne de milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığı gibi demokratik ilkelerle bir ilgisi var. Özetle seçilmiş bir belediye başkanı olmak belediye imkan ve yetkilerini terör örgütü için seferber etme hakkı vermiyor. Görevini bu şekilde kötüye kullananlar koltuklarından olurken teröre bulaşmadan belediye başkanlığı yapanlar da görevinde kalırsa asıl o zaman HDP'nin sivilleşmesinin önü açılacak, amacı sadece siyaset yapmak olan siyasetçiler diğerlerinden ayıklanabilecektir.
[Sabah, 31 Ağustos 2019].