Muhayyilesi güçlü sosyal bilimciler 2002'de iktidara geldiğinde AK Parti'nin hem kendini hem de Türkiye'yi dönüştüreceğini öngörmüştü.
1990'ların uzun süren alacakaranlığından çıkan Türkiye, böylece 2000'li yıllarda ekonomik krizlerinden Kürt sorununa kadar birçok konuyu yeniden ele alacağı bir vizyon ve liderlik yenilenmesi yaşadı. Belki ilk başlarda AK Parti'nin getireceği dönüşümün Batı'ya endeksli ve AB ile uyumlu bir yol izleyeceği düşünülmüştü. Bu yüzden dış politikanın bu ölçüde tartışma yaratacağı öngörülmemişti.
Yaşanacak dönüşümün içteki demokratikleşme ile sınırlı kalması umuluyordu. AK Parti'nin dış politikada iddialı bir çizgi tutturacağı ne tahmin ediliyordu, ne de isteniyordu. 2009 Davos "one minute çıkışı" ve 2010 Mavi Marmara saldırısı ile Türkiye'nin AK Parti dönemindeki yeni siyasetinin uluslararası sisteme muvafık, uysal bir pozisyonda olmayacağı anlaşıldı. Bu noktadan itibaren Türkiye'nin ekseninin kaydığı, yeni-Osmanlıcı hırsa sahip olduğu ve Batı'dan uzaklaştığı argümanlarını duyduk. Arap Baharı'nın getirdiği kaos ve yeni güç dengeleri de Türkiye'yi dış politikada daha aktif ve iddialı olmaya yöneltti.
Suriye ve Mısır'da halkların iradesi yanında, Irak'ta Maliki'nin Şii mezhepçiliği karşısında tutum alan AK Parti, "komşularla sıfır sorun" hedefinin artık "yalan" olduğu yönünde eleştiriler almaya başladı. Son dönemde ise bu eleştiriler "Ortadoğu bataklığına saplanmak", "Sünnicilik yapmak" ve hatta "İslamcılığa dayalı bir yayılmacılık politikası izlemek" suçlamasına kadar vardı.
Hükümetin dış politikasına yöneltilen bütün bu eleştiriler AK Parti'nin dış politikasını "İslamcı ideolojik" tarafgirlik içinde tanımlamaktadır.
Aslında ilginç bir şekilde AK Parti'nin Türkiye'ye getirdiği dönüşümün en görünür yanı İslam'ın iç ve dış siyasetteki yerine ilişkin. Nitekim PEW Araştırma Merkezi, Türkiye üzerine yayımladığı son saha çalışmasında Türk halkının yüzde 69'unun İslam'ın siyasette büyük bir rol oynadığı kanaatine sahip olduğunu belirtiyor.
2002'de bu rakam yüzde 45 idi.
Bu veri bile şunu gösteriyor: Türkiye dış politikasında İslam'ın yerini aklıselim ile analiz etmek durumundayız. Dış politikanın Yeni Osmanlıcı ya da İslamcı olduğunu söyleyenlerin gözden kaçırdığı şey şudur: İslam, "ideolojik bir tercih" olarak AK Parti dış politikasında yer almıyor. Türkiye'nin tarihi, kültürel ve sosyal derinliğinin getirdiği bir gerçeklik ve sermaye olarak anlam kazanıyor. Artık İslam, Türkiye'nin bölgedeki aktörlerle kurduğu ilişkilerin ve yürüttüğü diplomasinin bir unsuru. Ancak ideolojik değil rasyonel bir unsuru.
Obama'nın Hamas'ı 2012 şartlarında ateşkese ikna etmede Türkiye'ye güvendiğini Netanyahu'ya ısrarla söylemesi buna bir örnek. Bu sermayenin politikalara yansımasının rasyonalitesi de Türkiye'nin yeniden tanımlanmış milli menfaatleridir. Mısır'daki darbeci yönetime ve Gazze'de İsrail zulmüne verilen tepki bu yeni tanımlanmış milli menfaatin bir parçasıdır. Kuşkusuz bu yeni tanım Kemalist savunmacı paradigmanın terkidir. "Ütopik İslamcı duygusallıktan" öte bir anlama sahip olan bu tanım, Ortadoğu'da kurulacak yeni düzenin nasıl olması gerektiğine dair rasyonel bir analize dayanmaktadır. Bu itibarla AK Parti dış politikası ne yeni -Osmanlıcıdır ne de İslamcı. Türkiye'yi merkez alan aydınlanmış milli menfaat üzerine oturmaktadır. Dış politikanın dili ise çok katmanlı bir medeniyet söylemidir. Bu medeniyet söylemi hem Batı ile onurlu şekilde bir arada yaşama isteği demektir;