Bir ideoloji düşünün, Müslüman bir toplumda neşet etmiş. Bir toplumsal hareket olarak değil, bir kadro hareketi olarak şekillenmiş. Halkın arasında değil, devlet kademesinde kendisine yer bulmuş. Devletin kurucu figürüne referansla devlet elitlerince geliştirilmiş. Kısa sürede devletin resmi ideolojisi olmuş. Devletin ideolojik aygıtlarınca topluma aktarılmaya çalışılmış. Toplumda bir hayat nizamı olarak kabul ettirilmek istenmiş. İçinden doğduğu toplumun değerlerini yeniden tanımlamaya uğraşmış. İyi taraflarını almış, kötü taraflarını atmış. Elbette kendine göre yapmış bunu. Nihayetinde jakoben, toplumu yukarıdan aşağıya ve onun rızası hilafına şekillendirmeye çalışan bir ideolojiden bahsediyoruz. Bireyden topluma, kültürden doğaya her alanda var olmak istemiş. Makbul olanın sınırlarını çizmiş. Aynı şeyi İslam için de yapmış. Makbul bir İslam tanımı geliştirmek için uğraşmış. Tektip bir din anlayışını esas almış. Buna uygun makbul Müslüman prototipi üretmek için çaba sarf etmiş. İslam'ın da "iyi" yanlarını alıp, "kötü" yanlarını ayıklamaya uğraşmış. İslam'ı bireysel alana hapsetmek, sosyal yansımalarını minimum ölçülere çekmek istemiş. Siyasal alana yansımasına ise zinhar müsaade etmemiş! Evet, Kemalizmden bahsediyorum. Kemalizm yıllarca bu ülkenin resmi ideolojisi olarak kaldı. Kapalı bir toplum yapısının başlıca müsebbibi oldu. Toplumun geniş bir kesimini baskıladı. Kendi elitlerini üretti. Bu elitler kendisini bu ülkenin tek ve gerçek sahibi olarak gördü. AK Parti iktidara geldiğinde büyük bir şok yaşadı Kemalistler. Bu şoku atlatmak için yoğun gayret sarf ettiler. Her yola başvurdular, fakat bu şoku atlatamadılar. AK Parti'yi bir siyasi sapma olarak gördüler. Zira AK Parti'yi kuran ve yöneten kadronun "imalat hatası" olduğundan emindiler. Kemalistlerin ne makbul vatandaş, ne makbul Müslüman tanımlarına uyuyordu. Dindarlıkta aşırı gitmiş insanlardı onlar. Tam 5 yıl önce, 28 Şubat'ta "ordunun başarılı müdahalesi"yle devre dışı bırakılmışlardı. Ne olduysa oldu, yeniden "başa bela" oldular! Elbette devlet elitleri canhıraş bir mücadele verdiler, bürokrasi ve medyadaki yığınaklarını devreye soktular. Bu "başbelası"yla mücadelenin ana sloganı "irticayla mücadele"ydi. Bakmayın siz bugün "biz irticayla mücadelede hükümeti uyardık" teranesiyle FETÖ faturasını AK Parti'ye yıkma gayretlerine. "İrticayla mücadele" adı altında hedefe koydukları aktör AK Parti'nin ta kendisiydi. FETÖ ise yıllar önce Kemalistlerin arzu ettikleri kılığa bürünmüş, Ordu başta olmak üzere devlet içinde yığınağını yapmıştı. Kemalistler 28 Şubat'ta kaç FETÖ'cü tasfiye edebildi acaba? Tek bir tane bile edemedi! Kemalist bürokratik oligarşi AK Parti'yi sıkıştırmak için bazı vakıf ve derneklerin faaliyetlerini gündeme getirdi. 27 Nisan e-muhtırasının o iğrenç metnini hatırlayanınız var mı? Orada bir tane FETÖ yahut Fetullah Gülen referansı var mıydı? Hayır yoktu. Peki ya neden dem vuruyorlardı o meşhur bildiride? "23 Nisan'da Kuran okuma yarışmasının düzenlenmesi"nden, "o saatte yataklarında olması gereken ve yaşlarıyla uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulması"ndan, "kutlu doğum şöleni"nden bahsediyorlardı. Bunlar tehdit sayılıyordu! Kimse kusura bakmasın, kendini temize çıkarmaya da çalışmasın. Adım gibi eminim bu aşı pişirip pişirip önümüze getireceksiniz. Fakat biz yemeyeceğiz. Cürümlerinizi unutmayacağız, unutturmayacağız.
[Sabah, 27 Ekim 2016].