Gezi kalkışmasının üçüncü yılı vesilesiyle birçok yazı yazıldı. Bazıları muhasebe yaptı. Bazıları ağır bir nostalji duygusuyla özlemini dile getirdi. Bazıları ise yeni kalkışma hayalleri eşliğinde hatırladı Gezi'yi. Hakkını yemeyelim, onca derdi arasında Gezi endüstrisine en büyük katkıyı ise HDP yaptı. Eh tabii bir vefa duygusu da var işin içinde. Gezi kalkışmasının siyasi mirasını CHP'nin elinden aldı. HDP yeni bir açılım yaptı dün. "Gezi başlamış ve bitmeyecek bir süreçtir" diye bir mesaj paylaştı kamuoyuyla. "Gezi bitmiş ve her yıl anması yapılacak bir olay olarak görülmemeli" diye uyardı herkesi.
Aslında "Gezi 1000 yıl sürecektir" deselermiş daha iyi olurmuş. 28 Şubat darbesini yürütenlerden Orgeneral Çevik Bir, "28 Şubat 1000 yıl sürecek" demişti hani. Kendisi bitti, etkilerini toparlamaksa hayli zaman aldı.
Türkiye 28 Şubat darbesiyle ciddi bir zaman, enerji, kaynak ve itibar kaybetti. Aynı şey Gezi kalkışması için de geçerli. Kendisi çarçabuk bitti. Ancak etkileri siyaset, ekonomi, toplum ve akademik dünyada hissedilmeye devam etti.
Gezi kalkışması her şeyden önce siyasetin alanını daraltıp gitti. Muhalefetin siyasete güvenini daha da azalttı. Muhalefet partisi liderleri, siyasetin meşru sınırları içinde bir meseleyle halleşemedikleri vakit sokağı işaret etmeye başladılar.
2002 sonrasında Türkiye'nin yaşadığı dönüşümün en önemli özelliği siyasetin itibar kazanması ve özellikle gençlerin meşru, demokratik siyasete katılımının artmasıydı.
Gezi kalkışması ile birlikte "siyaset"i ötekileştiren bir başkaldırı romantizmi ve dahası sokak şiddetini yücelten bir radikalizm ortaya çıktı. Gezi kalkışması Türkiye'nin ekonomisine de büyük darbe vurdu. Türkiye'nin 2002 sonrasında yaşadığı ekonomik atılımlar olmasa, Gezi kalkışması ülke ekonomisini tam anlamıyla çökertir, siyaseti de toplumu da esir alırdı.
Gezi kalkışması, toplumsal alanda, özellikle kendini dindar hisseden insanların acı hatıralarını tetikledi. Yaşanan vandallıklar insanların "bir arada yaşama hissiyat"larına, "ortak duyuş"larına zarar verdi. Kendisini bir "gündelik hayat savunusu" diye pazarlayan Gezi kalkışması gündelik hayatı terörize etti.
Gezi kalkışmasının Türkiye'nin uluslararası itibarına ne denli zarar verdiğinden bahsetmeye bile gerek yok. Gezi olaylarının ardından uluslararası kamuoyunda "Erdoğan karşıtlığı" başlığı altında tam anlamıyla bir Türkiye düşmanlığı yapıldı.
Bütün bunların yanında Gezi kalkışması bana sorarsanız en çok da akademik dünyaya zarar verdi. Türkiye akademyasında her daim devrimci şiddeti kutsayan bir damar olageldi. Ancak bu damar hep marjinal kaldı. Gezi kalkışması sonrasında kendisine "muhalif" diyen akademisyenlerin kahir ekseriyeti "sokak şiddeti"ni kutsamaya, meşru siyaseti ve bu siyasetin temsilcilerini küçümsemeye başladı. Yaklaşa yaklaşa en fazla PKK'nın siyasetteki temsilcisi HDP'ye yaklaşabildiler. Gezi kalkışması, Türkiye'de olan bitenden, yaşanan gelişmelerden rahatsız olan dış güçlerin, evet üstüne basa basa söylüyorum sömürgecilerin ve onların yerli işbirlikçilerinin marifetiyle gerçekleşti. "Anti-emperyalizm" edebiyatı yapanlar "emperyalist" dediklerinin emrine amade bir biçimde örgütlediler bu sokak kalkışmasını.
Evet mesele "ağaç" olmadığı gibi, karşımızdaki de 3-5 çapulcu da değildi. O yüzden Gezi kalkışmasının boşa çıkarılması, kamu düzeninin yeniden tesis edilmesi Türkiye adına bir kazanımdı. Gezi kalkışmasından bu yana bu milletin karşısındaki şer ittifakı daha görünür bir hal aldı. Sureti haktan görünenler kendini gizleyemez oldu. Taşlar bir bakıma yerine oturdu.
Şu anda Türkiye siyaseti ve ekonomisinde bir umut havası hâkim. Bunu bozmaya yeltenenler olduğu ve bunun için yeniden her tür siyaset dışı unsuru kullanmak için bekledikleri malum. Rehavete kapılmamak, uyanık olmak, gayret üzere olmak gerekir...
[Sabah, 2 Haziran 2016].