SETA > Yorum |
28 Şubat Gerçekleşmiş Darbenin Akim Kalan Hesaplaşması

28 Şubat: Gerçekleşmiş Darbenin Akim Kalan Hesaplaşması

28 Şubat soruşturmasının, bir döneme gerçek anlamıyla ışık tutması ve darbeyle yüzleşme misyonunu karşılaması için, bugüne kadar anlaşılmaz bir tedirginlikle uzak durulan sivil dinamiklere de uzanması gerekmektedir.

2011 yılının Nisan ayında başlayan 28 Şubat soruşturmasında ilk savcılık iddianamesi, bu hafta başında, 2 yıl sonra, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. TCK'nın 312. Maddesi’ne dayanılarak 103 şüpheli hakkında “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs”ten müebbet hapis istemiyle kamu davası açıldı.

Soruşturmanın yalnızca Batı Çalışma Grubu'nun faaliyetleri üzerinden ilerlemesi ve şüpheliler arasında sivil olarak yalnızca dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün yer alması, darbeyle kapsamlı bir hesaplaşmanın gerçekleşmeyeceği endişesini doğurmuştu. Savcılık iddianamesi bu endişelerin haksız olmadığını ortaya koymuş oldu.

NEV'İ ŞAHSINA MÜNHASIR BİR DARBE

Askerin onaylamadığı bir toplumsal kesimin, ‘çevre’den siyasi ve ekonomik güç merkezlerine temerküzünü engellemeyi ve kamusal alanı İslam'dan arındırmayı amaçlayan 28 Şubat bir “veto darbesi”dir -darbe teşebbüsü değil. 28 Şubat, aktör çeşitliliği, aniden değil sürece yayılarak yapılması ve kaba şiddet yerine yoğun psikolojik harekâta ve kargaşa ortamı yaratılmasına dayalı olması bakımından yeni tür bir darbedir. 28 Şubat’ın kendine has bu özellikleri gözden kaçırılarak 27 Mayıs veya 12 Eylül gibi darbelerle bir tutulması, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin görevlerini yerine getirmesinin önüne geçen’ silahsız kuvvetlerinin görmezden gelinmesi sonucunu doğuracaktır.

28 Şubat, darbelerin temel karakteristiği olan "yasadışılık" kriterini de karşılamaktadır. Darbe sürecinde kullanılan MGK gibi saf vesayetçi bir kurum ne kadar yasal ise, MGK kararlarının, bunları yalnızca ‘öncelikle dikkate alması’ gereken, dolayısıyla ‘dikkate aldıktan sonra katılmayıp uygulamama’ hakkı olan hükümete Cumhurbaşkanı’nın da katkısı ile dayatılması bir o kadar yasadışıdır. 28 Şubat darbe dönemi darbecilerin iddia ettikleri gibi ‘radikal İslam’ tehdidi barındıran bir dönem de değildir. İrtica paranoyaları toplumun geneli nezdinde karşılık bulmadığı gibi reel bir dayanaktan da yoksundu. Refahyol Hükümeti’nin görevde kaldığı yaklaşık bir sene boyunca ne Kur’an Kursu ve İmam Hatip okulları öğrencileri ne de İmam Hatip okulları sayılarında ciddiye alınacak bir artış gerçekleşmiştir.

Muhakkak ki, müdahaleci ‘organizasyon kültürü’ne sahip pretoryan asker, 28 Şubat darbe sürecinin orkestra şefi ve en etkili oyuncusuydu. Ancak asker, 28 Şubat’ın yalnızca Türkiye’de değil diğer ülkelerdeki darbelerden de farklı bir darbe olarak gerçekleşebilmesinin gerekli ama yetersiz aktörüdür. 28 Şubat silahsız “tetikçileri” olmadan gerçekleşemezdi.

DARBENİN SORGULANMAYAN EKONOMİ POLİTİĞİ

28 Şubat darbesinin olabilmesini sağlayan ‘jurnalci’ medyanın göz ardı edilmesi, askerlerden aldıkları “bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin!” tüyosunu gazete sütunlarına taşıyan ‘brifing gazetecileri’nin hangi işin halledilmesi çağrısını verdiklerinden bihaber oldukları gibi bir anlama gelecektir. Refahyol Hükümeti döneminde ülke ekonomisinin kötüye gitmediği sabitken çeşitli sendika liderlerinin zaman zaman kendi tabanlarının da aksine hükümet karşıtı hareketlerinin sorgulanmaması, bizleri bunların “demokratik kitle inisiyatifi” görüldüğü gibi saçma bir sonuca götürecektir. Daha da önemlisi, 28 Şubat darbesinin farklı çıkar gruplarını da içine alan ekonomi-politiği açıklığa kavuşturulmadan, darbe ile yüzleşmek ve darbecilerden hesap sormak mümkün olamaz. TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu’nun 1996 yılının Aralık ayında Atina’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde toplanıp toplanmadığı, böyle bir toplantı yapıldıysa toplantıya kimlerin katıldığı, darbe sürecinde bankaların içlerini kimlerin boşalttığı gibi sorular Refahyol Hükümeti’nin ‘havuz sistemi’ni de içeren politikaları ile ilişkili olarak cevaplanmadığı müddetçe, 28 Şubat soruşturmasının “vesayetçi anlayış ve darbeci zihniyetin tasfiyesi”ne katkısı sınırlı olacaktır.

Sonuç olarak, 28 Şubat darbesi, yukarıda tartışılan yapısı dolayısıyla sadece askerle sınırlandırılabilecek, sivil uzantıları ihmal edilecek bir darbe değildir. Bugüne kadarki kapsamı ve ilk iddianameye yansıyan içeriği dolayısıyla, sadece askeri personelle sınırlı kaldığı ölçüde, 28 Şubat soruşturması, kendisinden beklenen yüzleşme-hesaplaşma misyonunu karşılamamaktadır. Soruşturmanın, bir döneme gerçek anlamıyla ışık tutması ve darbeyle yüzleşme misyonunu karşılaması için, bugüne kadar anlaşılmaz bir tedirginlikle uzak durulan sivil dinamiklere de uzanması gerekmektedir. Aksi takdirde, adalet yerini bulmayacağı gibi, aktörler arasında yapılan tercihler, önü alınamaz siyasi spekülasyonlara da yol açacaktır.

[Sabah Perspektif – 25 Mayıs 2013]