Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bu yılın mart ayında Brüksel’de gerçekleştirilen zirvede başta mülteci sorunu olmak üzere birçok konuda anlaşma sağlanmıştı. Türkiye Avrupa ülkelerine yönelik mülteci akınına karşı daha sıkı önlemler alacak, buna karşılık AB de Türkiye’nin bu sorunu çözmesine mali destek sağlayacaktı. Ayrıca Türkiye-AB müzakereleri canlandırılacak ve Ankara’nın uzun süredir talep ettiği vize muafiyeti gerçekleştirilecekti.
Aradan geçen sekiz aylık süre içinde, bütün bu anlaşılan hususlarda yerine getirilen tek taahhüt Türkiye’nin üzerine düşen yükümlülük oldu. Ankara, söz verdiği gibi, Avrupa’daki yerleşik siyasi partileri şaşkına çeviren mülteci akınına son verdi. Bu konuda hem kendi denetimlerini sıkılaştırdı hem de AB’nin ilgili kurumlarıyla her türlü iş birliğini yaptı.
Peki, Brüksel ne yaptı?
Mülteciler konusunda yaptığı tek şey yeni sınır güvenlik birimleri oluşturup duvarlarını daha fazla tahkim etmek olan AB, Türkiye’ye verdiği sözlerin hiçbirini yerine getirmedi. Söz verilen 3+3 milyar avronun sadece çok az bir kısmı gönderilirken sayıları 3 milyonu bulan mültecilerin yükü Türkiye’nin omuzlarında bırakıldı. Mülteciler konusunda kendi içerisinde derin bir tartışmaya sürüklenen AB ülkeleri bu sorunun nasıl çözüleceği konusunda bir uzlaşmaya varamazken, yabancı düşmanı ve mülteci karşıtı siyasi akımlar güçlenerek Avrupa siyasetine ortak oldular. Bu ırkçı partilerin nefesini ensesinde hisseden yerleşik merkez sağ ve sol partiler, Avrupa’ya yönelik mülteci akınını durdurma konusunda kendileriyle iş birliği yapan Türkiye’nin bu desteğini takdir etmek yerine, anlaşılmaz bir şekilde Ankara’ya karşı düşmanca bir politikaya yöneldiler.
Türkiye’nin sırtındaki mülteci yüküne ortak olmak istemedikleri gibi, vize muafiyeti ve AB üyelik sürecini canlandırma konusunda verdikleri sözde durmadılar. Aynı anda üç tehlikeli terör örgütüne karşı halkını koruma mücadelesi veren Ankara’dan teröre karşı hukuksal düzenlemelerini gevşetmesini istediler.
Türkiye’nin PKK ve FETÖ/PDY konusunda almış olduğu tedbirler karşısında özellikle Almanya’nın, sanki doğrudan kendinden bir parçaya saldırı oluyormuş gibi tepki verdiği görülüyor. Türkiye’nin bu konulardaki adımlarına karşı Berlin’den çok hızlı tepkiler geliyor. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında bir türlü veremedikleri hızlı tepkiyi PKK ve FETÖ/PDY konusunda veriyorlar. Darbe girişiminin üzerinden üç aydan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ Almanya’dan Türkiye’ye cumhurbaşkanı, başbakan veya dışişleri bakanı düzeyinde bir ziyaret gerçekleşmedi. Avrupa’da demokrasiye yönelik çok daha düşük düzeyde saldırılar olduğunda derhal sembolik destek ziyaretleri yaşandığını hatırlarsak, bunun negatif bir mesaj olduğunun altını çizmek gerekir. Kendisini zora sokan mülteci meselesiyle ilgili olarak bir yılda 5 defa Türkiye’ye gelen Şansölye Merkel’in Türkiye’deki demokrasi açısından bu kadar hayati bir mesele söz konusu olunca böyle bir destek ziyaretinden kaçınması Almanya’nın Türkiye politikasına dair önemli bir göstergedir.
Peki, 15 Temmuz konusunda gerekli hassasiyeti göstermeyen Almanya ve diğer birçok AB ülkesi PKK ve FETÖ/PDY’ye karşı mücadele kapsamında Ankara’nın aldığı tedbirler konusunda neden bu kadar rahatsızlar? İnsan hakları ve demokrasiyi çok önemsedikleri için mi HDP, FETÖ ve Cumhuriyet gazetesi tutuklamalarına karşı çıkıyorlar?
Bu sorulara cevap verebilmek için yeni sorular sormak gerek.
Dünyanın birçok bölgesinde yaşanan insan hakları ve demokrasi ihlallerine aynı tepkiyi veriyorlar mı? Örneğin Mısır’da darbe olduğunda demokrasiye sahip çıkan bir hassasiyet içerisinde oldular mı? İsrail 2-3 yılda bir Gazze’yi bombalayıp binlerce insanı öldürürken bu katliamları engellemek konusunda ne yaptılar? İsrail’e verdikleri desteği kestiler mi? Paris ve Brüksel’de bomba patlatan teröristleri lanetleyenler Ankara, İstanbul, Diyarbakır ve başka birçok şehirde tonlarca bombayla masum insanları katleden PKK terörüne neden aynı kararlılıkla karşı çıkmıyorlar?
On yıllardır PKK’nın Avrupa’yı önemli bir finans ve militan kaynağı olarak kullanmasına göz yuman AB ülkeleri şimdi de aynı imkânları FETÖ/PDY’ye tanıma yönünde hareket ediyorlar. Bu örgütlerin mensupları da, Avrupalıların çok sevdikleri için kendilerine sahip çıktığını zannedip Türkiye’ye karşı saldırılarını sürdürüyorlar.
Avrupalıların tek önemsedikleri şeyin kendi çıkarları olduğunu ve Türkiye’de terör örgütlerini destekleyerek aslında bu örgütlerin temsil ettiklerini iddia ettikleri kitlelere en büyük zararı verdiklerini anlamak çok mu zor?
[Türkiye, 5 Kasım 2016].