Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde, cumhurbaşkanının yüzde 50 ile seçilme oranının siyaseti dönüşüme zorlayacağını, hatta sistemin en belirleyici özelliğinin bu olduğunu uzun süredir vurgulayanlardanım.
Referandum kampanya sürecinde bunun ilk yansımalarını açıkça gördük. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun siyaset dilindeki, taktik olarak bile olsa, değişim bu durumun bariz göstergesiydi.
Yeni sistemde yüzde 50 faktörü en çok da CHP’yi dönüşüme zorlayacak. CHP’deki bu dönüşüm süreci, beklenenin de ötesinde sancılı olacak. Yüzde 25’i koruma refleksi ile yüzde 50’ye ulaşma çabası arasındaki gerilim, partinin geleneksel kodlarını ve siyaset yapma biçimini sarsacak.
CHP’nin siyasal geçmişi, içeriden değişime karşı oluşacak direnç ve yeni siyaset anlayışının ne olacağı konusundaki kafa karışıklığı gibi hususlar, partinin kendi iç bloklarında yeni tartışmaları başlatacak. İki yıllık bir süreç CHP’nin yeni sisteme tam hazırlanması için yeterli olmayacak. Eski siyaset tarzını sorgulayacak ama yenisini inşa edecek zamanı bulamayacak.
2019 seçimlerine az bir süre kala panikleyecek olan CHP, bir “çatı aday” formülü ile hiçbir şeyi netleştirmeden seçimlere gidecek.
***
Referandum sonrası yüzde 48,5’lik “hayır” oyunu, CHP tam olarak analiz edemedi. İlk defa CHP’nin içinde bulunduğu bir blokun bu kadar yüksek oy oranına ulaşması CHP’yi afallattı.
Özellikle Kılıçdaroğlu’nun kendi genel başkanlığını sorgulatmamaya dönük çabası ve parti içindeki tartışmalar, 2019’a yönelik hazırlıksız reflekslerin gösterilmesine yol açtı.
Deniz Baykal’ın, Abdullah Gül’ü “çatı aday” olarak önermesi, 2019 için CHP’de yaşanacak krizlerin ön habercisi. Düşünün ki aynı Deniz Baykal, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilen süreçte, “demokrasi dışı aktör”lük vazifesini üstlenerek, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmemesi için varını yoğunu ortaya koydu.
Meselenin anlaşılmasına yardımcı olması için Baykal’ın söz konusu dönemdeki ayıplı siyasetinden birkaç hususa değinelim.
Haziran 2005’te Baykal, eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olma ihtimaline şu sözlerle karşı çıkıyordu: “Cumhurbaşkanlığı’nın bir simge olarak yansıttığı görüntü çok önemlidir. (...) Bu [eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olma ihtimali] türbanı resmîleştirme, türbanı Türkiye’nin resmî, anayasal, devlet düzeninin içine yerleştirme mücadelesidir. Buna direnenler de devletin türbanlaştırılmasına, devlete bir türban takılmasına yönelik kaygıları dolayısıyla tepki gösteriyorlar.”
26 Aralık 2006’da mecliste bütçe görüşmeleri sırasında Baykal, politik söylemini daha da çirkinleştirerek, “Başörtüsü, eşlerin ayıplarını örtmeye yetmez” cümlesini Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün mecliste bulunduğu bir oturumda söyleyebildi.
Meclis oturumunu yöneten başkan vekili sözlerini düzeltmesini isteyince “sözlerim gerçekleri ve inancımı açıkça ortaya koymaktadır” diyen Baykal, sözlerinin arkasında durdu.
Geçmişte eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olmasına tahammül edemeyen ve bu sözlerle karşı çıkan Deniz Baykal referandumun ardından bir televizyon programında şu cümleleri sarf etti:
“Sayın Gül Cumhurbaşkanı adayı olmayı, bu söylediğim siyasi bağlantıları dikkate alarak, bu 49’u rencide etmeyecek bir anlayış içinde aday olarak çıkma eğilimini sergilerse bu değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Abdullah Gül ismi geçerse ben ciddiye alırım. Çok gecikmemesi lazım. Süreç başlayacak çünkü.”
Deniz Baykal’ın bu sözleri, cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin Türkiye’nin geleceği açısından ne kadar isabetli bir seçim olduğunun bir göstergesi.
2007 yılında başka bir partinin aday göstermesine bile tahammül edemedikleri bir siyasetçiyi, yeni dönemde kendi partilerinin adayı olarak öne çıkarmaları, siyasal sistemin geleceğinden ümitli olmamızı gerektirecek önemli bir gelişme.
[Türkiye, 6 Mayıs 2017].