SETA > Yorum |
Gülengillerin Stratejik Oy Seferberliği

Gülengillerin Stratejik Oy Seferberliği

ABD iç siyasetine bugünlerde ilgi duyan sadece iktidar cenahı değil. Yeni iktidar stratejileri üretme arayışı içindeki muhalefet de ABD iç siyasetine ilgi duyuyor.

Bugünlerde ABD'nin siyasal kurumlarına ilişkin merakımız zirveye çıkmış durumda. Hiç kuşkusuz bunun nedeni başkanlık tartışmaları. ABD, Türkiye'de bugüne dek bu yönüyle değil, dış politika bağlamında etkili bir unsur olarak gündeme geldi. Şimdi ise, ABD'de siyasetin işleyişini, kurumlarını konuşuyoruz. İktidarın eklektik yapısı ve yeniliklere açık yapısı onun yeni modelleri kolaylıkla konuşabilmesini, tartışabilmesini beraberinde getiriyor. Sanılanın aksine ideolojik bir motivasyonla değil, son derece pragmatik bir perspektifle nereden ne alabileceğine bakıyor. Bu zaman zaman kendi takipçileri tarafından kıyasıya eleştirilmesine yol açsa da bu tavrını sürdürüyor. AK Partililerin "hareketin lideri" olarak gördükleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlık tartışmasını sahiplenerek dünyadaki farklı başkanlık modellerini konuşmaya başlaması bununla ilgili.

***

Ne var ki, ABD iç siyasetine bugünlerde ilgi duyan sadece iktidar cenahı değil. Yeni iktidar stratejileri üretme arayışı içindeki muhalefet de ABD iç siyasetine ilgi duyuyor. 2000 yılındaki ABD Başkanlık seçimini hatırlıyor musunuz? Hani George W. Bush ve Al Gore'un başkanlık için yarıştığı ve Bush'un tartışmalı biçimde başkan seçildiği seçim. ABD siyasi tarihinin bu en şaibeli seçimlerinin aslında bir başka özelliği daha var. Bu seçimler, Cumhuriyetçilerin ve Demokratların siyasal alanı tahakkümüne meydan okuyan sağcı ve solcu bıçkın siyasetçilerin en görünür biçimde sahneye çıktığı seçimlerdir. Ralp Nader Al Gore'un karşısına, Patrich Buchanan da G. W. Bush'un karşısına dikilmişti. Bill Clinton'ın başkanlığı döneminde ülkenin iyice içine kapandığını ve sıkıştığını düşünen elitlerin büyük kısmı ise bir baskı unsuru olacağı gerekçesiyle her iki alternatifi de parlatmaktan çekinmedi. Bu aktörler daha önceki bağımsız adaylarla kıyaslanamayacak oranda medyada kendine yer buldu.

Ne var ki, Nader'ı destekleyen liberal ve solcu seçmenleri de Buchanan'ı destekleyen sağcı seçmenleri de ciddi bir tehlike bekliyordu. Al Gore yanlıları "Nader'a verilecek her oy, Bush'a verilmiş olacak" propagandası yapıyorken, Bush yanlıları da bunu Buchanan üzerinden Al Gore'a uyguluyordu. Bunun Türkçesini hepimiz biliyoruz. Aman oylar bölünmesin! Bu tartışmaların ortasında, bir dizi web sitesi ortaya çıktı ve daha sonra "stratejik oy seferberliği" diye adlandırılacak bir hareket başlattı. Buradaki temel espri şuydu: Oylar bölünmesin kaygısıyla ileride gelişme ihtimali olan siyasi oluşumların önü kapanmasın.

Seçmenlerin, birbirinden haberdar olması ve birlikte hareket etmesi halinde yeni siyasal oluşumların desteklenebileceği düşünülüyordu. Bir başka deyişle siyasal fayda, varlık-yokluk endişesine kurban edilmeyecekti. Mesela eğer ki bulundukları bölgede her halükârda Al Gore kazanıyorsa o takdirde Nader'a oy verebilir, onu güçlendirebilirlerdi. Ya da tam tersi söz konusu olabilirdi.

***

Evet, Türkiye'deki ve ABD'deki seçim sistemleri arasındaki farkı bahane gösterip burada durabiliriz. Fakat Gülenciler durmadı. Geçtiğimiz seçimlerde bu "stratejik oy seferberliği"ni Türkiye'nin ve dönemin gereklerine uyarlayıp harekete geçirdiler. Bu seçimlerde şanslarının olmadığını biliyorlar ancak 2019 seçimleri için yarayışlı siyasal aktörler üretme arayışı içindeler.

Bugünlerde ABD'de 2000'lerde gelişen stratejik oy seferberliği üzerine çalışan bir başka siyasal oluşum ise HDP. HDP'nin içinden geldiği siyasi gelenek bağımsız adaylar üzerinden seçim stratejisi geliştirme noktasında oldukça birikimli. Fakat bugün yüzde 10 barajının olduğu bir seçim sistemi içinde "parti" olarak başarılı olmak zorundalar. Ve bu noktada aşmaları gereken en büyük açmaz, CHP'lilerin "HDP'ye verilecek her oy AKP'ye verilmiş demektir" söylemi olacak.

Bu yazımı "Erdoğan ABD'yi çok seviyorsa oraya gitsin" diyenlere ithaf ediyorum.

[Sabah, 16 Şubat 2015]