AK Parti eski bakanlarından Faruk Çelik cumhurbaşkanı seçiminin revize edilmesine yönelik bir açıklamada bulundu. Bu açıklama ilk turda oyların yüzde 40'ını alan adayın cumhurbaşkanı seçilmesi şeklindeydi. Söylentilere bakılırsa AK Parti içerisinde bazı milletvekilleri de bu fikre sıcak bakmaktadır. Cumhurbaşkanı seçimi için gerekli olan yüzde 50+1 kuralının AK Parti ve diğer büyük partilerin daha küçük partilere karşı elini zayıflattığı ve taviz vermeye zorladığı dile getiriliyor. Bir partinin serbest ve adil seçimlerde sürekli olarak yüzde 50 üzerinde oy alması elbette kolay bir iş değil. Bu doğal olarak diğer partilerle ittifak kurmayı gerektiriyor. Ve her ne düzeyde olursa olsun ittifak ilişkileri de karşılıklı özellikle büyük gücün vermek zorunda olduğu tavizleri gerektirir.
Başta Başkan Erdoğan olmak üzere AK Parti yönetimi bu iddiaları kesin bir dille reddetti ve eğer böyle bir düzenleme gerekiyorsa bunu muhalefetin yapması gerektiğini dile getirdi. Burada muhalefetin düşük oy oranlarına bir gönderme olduğu açıktı. Ayrıca bunun AK Parti'ye yönelik bir süredir organize bir şekilde yürütülen "düşüşe geçti" algısını beslemesinin önüne geçmek de vardı. Gerçekten de pusuda bekleyen muhalif siyasiler ve medya bu iddiayı gündeme getirme konusunda hiç gecikmedi. Kendi taraflarını başarı ışığı göstererek konsolide edip karşı tarafı gevşetme fırsatını kaçırmaları beklenemezdi.
Muhalefetten yapılan açıklamalar seçim sisteminin revize edilmesine sıcak bakılmadığı şeklindeydi. Yapılan açıklamalarda "Bizi yine bir tuzağa mı çekiyorlar" endişesi hissediliyordu. Muhalefette Başkan Erdoğan korkusu bir türlü geçecek gibi gözükmüyor. Hatta daha da ileri giderek artık klasikleşen Cumhurbaşkanlığı sisteminin toptan revize edilerek demokratik parlamenter sisteme geçilmesi iddiasını ileri sürdüler. Hemen 1980 Anayasası'nı kabul etmediklerini de dile getirdiler.
Cumhuriyetin siyasi düzenine göre sivil siyasetin zayıf olması ve ülkeyi arka planda ve asıl olarak Cumhuriyetin kurucu iradesi konumundaki bürokrat sınıfının yönetmesi öngörülüyordu. CHP çok partili hayata geçilen 1950'den sonra bürokrat sınıfın siyasetteki temsilcisi rolünü oynuyordu. Bu seküler siyasi blok içerisinde bazı sorunlar yaşansa da 1980'lere kadar bütünlüğünü bir şekilde korudu. Ancak 1980 düzeni CHP'lilerin bir kısmı tarafından Türk-İslam senteziyle Batıcı sola darbe indirdiği ve ülkenin ekonomik sistemini devletçilikten serbest piyasa ekonomisine çektiği için pek de hoş karşılanmadı. Hem ideoloji hem de materyal açıdan bu, devletin kaynaklarını onlarca yıldır talan eden CHP'nin çıkarlarına pek uymuyordu.
Ancak CHP'nin devlet elitine yani bürokrasi sınıfına ve devlet eliyle palazlanan büyük Türk sermayesine yaslanmaktan başka da bir şansı yoktu. Toplum karşısında pek bir desteğe sahip değildi. Halen de yüzde 30'a yaklaşabilmiş değil. Günümüzde bürokrasi sınıfının Türk siyasi hayatında oynadığı geleneksel merkezi rol de epey aşınmış durumda. Bu durumda insan sormadan edemiyor: CHP eskiden bürokrasiyi siyasete karşı güçlendirmek için hareket ederdi, mevcut şartlarda sırtını kime yasladı ve kime alan açmak için mücadele veriyor?
Bu noktada başkanlık sistemiyle ilgili bazı yanlış anlaşılmaları da düzeltmek lazım. Başkanlık sistemi toplumsal talepleri ve dolayısıyla milli iradeyi siyasette merkezi konuma getirmiştir. Öyle iddia edildiği ne bir kişinin ne sermayenin ne de bürokrasinin iradesine yaslanmaktadır. Toplumsal talepleri hiç olmadığı kadar siyaseten önemli bir noktaya taşıyarak Türk demokrasisine düzey atlatmıştır. Ayrıca siyasi partilerin zorlanması yani ittifaklara mahkum olmaları başkanlık sisteminin problemli olduğu ve Türkiye gerçekliğine uymadığı anlamına gelmemektedir. Tam tersine siyasi partiler toplumun çoğunluğunun taleplerine seslenme konusunda sıkıntı yaşayarak kötü bir demokratik performans sergilemektedir. Bunun alternatifi az oy ile fazla temsil hakkı kazanmaktır. Yani siyasi iradenin demokratik meşruiyetinin düşmesi ve toplum nezdinde zayıflamasıdır. Partiler başkanlık sistemini sorgulayacakları yerde demokratik performanslarını artırmanın peşinde olmalıdır.
Türk siyasi hayatında başkanlık sisteminden geriye dönüş imkansızdır. Geri dönüşün tek yolu ülkede demokratik siyasete bir müdahalenin yaşanması, askeri ya da yargı darbesinin gerçekleşmesidir. Toplum siyaset ve devlet üzerinde bu denli bir etki gücü yakalamışken bunu elinden çıkarmak istemez. Bazı art niyetli şahıs ve grupların ekonomide yaşanan sıkıntıların –ki bu konuda bir iyileşme sürecine girilmiştir– suçunu başkanlık sistemine yıkma gayretleri ve karşı algı yaratma çabaları boşa çıkacaktır.
[Sabah, 5 Ekim 2019]
.