1980 darbesini yapanlar Türkiye'de resmi teze aykırı herhangi bir siyasi hareketin bir daha ayağa kalkmamak üzere ortadan kaldırıldığına ikna oldular. Kanlı darbenin enkazından en son bekledikleri şey etnik veya dini kimliklerin tekrar zuhur etmesiydi. Aşağı yukarı ne düşündülerse tam tersi oldu. Daha darbenin üzerinden on sene geçmeden iki güçlü siyasi damar ortaya çıkmıştı bile. İslamcılık büyük ölçüde milletin bilinçli iradesiyle, Kürt milliyetçiliği ise büyük ölçüde askeri vesayet rejiminin ilkel baskılarıyla her geçen güç yaygınlaşarak güçlendi. 1990'lar aynı anda asker-yargı vesayetinin, İslamcılığın ve Kürt hareketinin zirve yaptığı ve Türkiye'nin hanesine kayıp yıllar olarak kayda geçtiği dönem oldu. Bu iki hareketten İslamcılık dönüşerek bütün Türkiye'ye hitap eden siyasal bir yapıya bürünürken; Kürt hareketi etnik yapısı, silahtan vazgeçememesi, sol-aydın patronajı ve geç kalmış milliyetçilik bagajıyla en dar anlamda cemaatleşti. Hatta o kadar dar bir alana hapsoldu ki, Kürtlerin bile çok cüzi bir kısmını temsil eder hale geldi.
Türkiye'ye hitap edememenin maliyeti oldukça ağır oldu. Özellikle son otuz yıl boyunca, Kürt hareketi, Türkiye'de hiçbir müstakil siyasi talebin kendi başına arzuladıklarını sistemden alamadığı gerçeğini bir türlü idrak edemedi. Oysa denklem çok karmaşık da değildi. Toplamda Türkiye'nin demokratikleşmesine destek ve katkı veren her aktör kendi payına düşecek alanı da genişletme gücüne sahip oluyordu. AK Parti özünde oldukça basit olan bu formülü iktidarları boyunca hiç sapmadan tatbik eden ve dolayısıyla da sürekli kazanan aktör oldu. Bu süreçte AK Parti ana damarının birçok talebi ötelendi ve zamana yayıldı. Gecikmelerin tamamı belli kesimlerin mağduriyetinin ve haklı taleplerinin de devam etmesine yol açtı. Lakin umuma yayılan iyileştirmelerin yönünde bir değişme olmadı. Türkiye demokratikleştikçe mağduriyetlerin bir kısmı giderildi, karşılanmayı bekleyen talepler için de değişim çabasının devam etmesinin zemini güvence altına alındı.
Bugün çözüm süreciyle beraber "Kürtler ne alacak?" sualini iyi niyetli veya kötü niyetli soranların anlaması gereken şey ilk kez Kürtler açısından da benzer bir zeminin oluşma ihtimalidir. Dolayısıyla yukarıdaki sorunun cevabında "Kürt arayanlar" hayal kırıklığına uğrayacaklar. Zaten on yıllarca mezkûr sorunun devam etmesi, bir yönüyle de büyük ölçüde Kürtlere özgü demokratikleşme girişimlerinden kaynaklandı. Müesses nizam da benzer şekilde tam da bu cevabı arayanlar üzerinden kendisini sürekli klonlayarak varlığını koruya geldi. Geç kalmış Kürt milliyetçiliği belki Kürtlere bir şey veremedi ama vesayet rejimine en az yirmi yıl hediye etti.
Bu noktada Başbakan'ın 2005 Diyarbakır konuşmasını hatırlamakta fayda var. Erdoğan, Türkiye'nin geldiği noktadan geriye adım atılmayacağını, demokrasinin bütün vatandaşlar tarafından hissedilerek derinleşeceğinin herkes tarafından bilinmesini isteyerek, "Demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyeceğiz... Şundan hiç endişeniz olmasın, söyleyecek sözü olan herkesi dinlemeye hazırız, hakkaniyet sahibi herkese kulak vermeye hazırız. Yeter ki gelecek umutlarımıza gölge düşüren şiddeti ve kavgayı bertaraf edelim" demişti.
Erdoğan'ın üçüncü dönemini dolduran iktidarları boyunca yukarıdaki makro perspektif neredeyse hiç değişmeden iradesini demokratikleşmeden yana kullandı. Gönül isterdi ki, Erdoğan, değişim ve demokratikleşme iradesine daha kolay ve çok sayıda ortak bulsaydı. Çünkü dünkü tarihi açıklamadan geriye doğru dönüp bakınca görünen acı gerçeklerden birisi de, en az açıklamanın olumlu çerçevesi kadar geç kalmışlığıdır.
PKK ve "Kürt siyasi hareketi" Erdoğan'ı, AK Parti'yi ve 'Arap Baharı'nı sol-aydın patronajı marifetiyle derin bir anakronizm içinde, en fazla Kürtler ama genel anlamda Türkiye maliyetine, zoru başararak ıskaladı. Ümit ederiz ki, yeni süreçte herkesi heyecanlandıran bu mesaj ıskalanmaz. Bir yol kazası yaşanmaması için öncelikle "yeni mesajın" en genel hatlarıyla otuz yıllık ezberlerden çok farklı bir dünya vaaz ettiğini görmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle, Türkiye'de ve bölgede değişimin jeopolitiğini idrak edenler açısından oldukça eski olan mesajın geniş kitleler açısından idrak edilmesinde fazlaca bir sorun çıkacağını tahmin etmiyoruz. Bu aşamada elitlerden beklentimiz ve sürece verebilecekleri en büyük katkı, geniş kitlelerin gerisinde kalmamak olmalıdır. Öyle ki, ilgili elitler ve PKK ömürlerinin büyük bir kısmını "yeni mesaj"ın içeriğiyle kavga ederek geçirdiler!
[Sabah Perspektif, 23 Mart 2012]