21. yüzyılın yoğun iletişim ve algı yönetişimi çağında savaşlar sadece arazideki askeri başarılarla kazanılmıyor. Ulus-devlet dışı aktörlerin ve paramiliter güçlerin kullanıldığı "vekalet savaşları" ile dünya kamuoyunda ahlaki üstünlük elde etme çekişmesine sahne olan algı savaşları aynı anda seyrediyor. Bu bağlamda küresel ve bölgesel birçok çatışmanın iç içe geçtiği Suriye’deki kriz hem vekalet savaşlarının tüm şiddetiyle yapıldığı hem de kamu diplomasisi ve algı savaşlarının yürütüldüğü bir tiyatro çıkardı ortaya. Irak’a yapılan müdahaleden bu yana bölgede ortaya çıkan otorite boşluğu ve hukuksuzluk, gayr-i nizami yollardan sonuç almaya alışmış birçok ülkeye ve onlarla ilişkili paramiliter güçlere operasyonel alan açtı. Rusya’nın, ABD liderliğindeki koalisyonun ve İran’ın doğrudan ya da vekalet yoluyla müdahil oldukları savaşta Türkiye, takındığı prensipli ve insani tutumun bir bedeli olarak hem "cephe ülkesi" hem de DAEŞ’ten PYD’ye pek çok terörist örgüt için "hedef ülke" haline geldi. Son Ankara saldırısının tüm dramatikliği ile önümüze koyduğu gerçek, Suriye’deki vekalet savaşlarının Güneydoğu’da devam eden çatışmalı sürecin de etkisiyle Türkiye’yi bir istikrarsızlık girdabına çekmek için coğrafyamıza yayılmasının istendiğidir.
Onlarca masum insanın hayatını kaybettiği bu trajik süreçte dahi arazideki silahlı çatışmalar, terörist saldırılar ve Batılılar’ın "vaziyeti kurtarmak" (saving the face) dedikleri kamuoyu algısı yönetme faaliyetleri paralel yürüyor. 7 Haziran seçimlerine gidilen süreçte Türkiye’nin önce DAEŞ’i destekleyen bir tür "haydut ülke" olarak nitelendirilip terör eylemleri ile cezalandırılmasını nispeten meşrulaştırmak üzere uluslararası bir algı çalışması yürütülmüştü. DAEŞ’e karşı kurulan koalisyona katılan Ankara’nın İncirlik Üssü’nü koalisyona açması ve etkin güvenlik tedbirleri alması sonucu bu tür suçlamalar azalsa da DAEŞ saldırıları PKK ile koordineli biçimde devam etti. Yine PYD’nin Kobani savunması sırasında Peşmerge kuvvetleri için geçiş koridoru oluşturan, Kürt göçmenlere kucak açan Türkiye’nin; PKK çözüm sürecini sonlandırıp PYD ile işbirliği içinde seri saldırılara başladığında aldığı güvenlik tedbirlerini "Kürt düşmanlığı" olarak yansıtmak, yine bir algı savaşının adımlarındandı.
Rusya ve ABD’nin Suriye’de kullanışlı bir kara gücü olarak görüp pragmatik olarak işbirliği yaptığı PYD’nin bölgedeki diğer Kürt hareketleri ezen totaliter yapısına rağmen uluslararası medya ağlarınca bir "özgürlük hareketi" olarak parlatılması da farklı değildi. Sahadaki vekalet ve algı savaşlarına böylesine çarpıtılmış bir perspektiften baktığınızda DAEŞ’i bölgeye müdahale eden tüm ülkelerin ortak düşmanı; Rusya’yı DAEŞ’le uluslararası mücadelenin lideri; İran, Hizbullah, Esad rejimi ve hatta ABD’yi onun bu yoldaki müttefikleri; PYD’yi Kürtler’in özgürlük fedaisi ve Türkiye’yi de DAEŞ’le mücadeleyi baltalayan sistem dışı bir ülke olarak görebilirsiniz. Hakikatin tersyüz edilmesi ile elde edilen böyle bir analizin propaganda malzemesi olarak kullanılması, Rusya’nın manipülasyonu ile BM Güvenlik Konseyi’nden Türkiye’yi top atışlarından dolayı kınayan bir başkanlık açıklaması çıkartabilirken; çarşamba günü Ankara’da yaşadığımız insanlık dışı terör eyleminin PKK ve PYD ile irtibatlı kişiler tarafından gerçekleştirildiğine dünya kamuoyunu inandırmamızı zorlaştırabilir. Saldırıda hayatını kaybeden şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet; yaralılara acil şifalar diliyorum.
[Bugün, 19 Şubat 2016].