Sonunda beklenen oldu. Türkiye, top atışları ile Azez'e giren PYD- YPG güçlerini vurdu. Minig hava üssü de vurulan hedefler arasındaydı.
Başbakan Davutoğlu, YPG'lilerin Azez'i ve hava üssünü terk etmemeleri halinde topçu ateşinin durmayacağını açıkladı. Elbette, Kuzey Suriye'de Fırat'ın batısına geçmemesi yönünde uyarılan PYD'nin Rus bombardımanları eşliğinde doğudan bastırması Türkiye'yi harekete geçiren sebep oldu. Anlaşılan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Latin Amerika ziyareti dönüşü bahsettiği dar kapsamlı güvenlik toplantısında Azez'de PYD'nin ilerlemesine tepki verilmesi kararına varılmış.
Türkiye için Suriye iç savaşında bıçak kemiğe dayanmış görünüyor. Zira PYD koridorunun tamamlanması uzun vadeli bir ulusal güvenlik krizine tekabül ediyor. Böylece, Türkiye PYD'ye karşı sert güç unsurlarını kullanabileceğini gösterdi. Bu yeni tercihin ucunun nereye kadar gidebileceğini bilmiyoruz.
Özel birliklerin yapacağı ani vur-kaç saldırıları ya da bir kara harekâtı gündeme gelebilir mi bunları önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Rusya'nın yangına körükle gideceği belli. Daha şimdiden Azez'deki muhalifleri sivil, hastane demeden bombalayarak cevap verdi. Bu gidişatı belirlemede ABD'nin rolü daha kritik. Ancak ABD'nin tavrı çatışma sürecini durdurabilecek bir yönde değil. Zira "iki tarafa" tavsiye veren tutumuyla PYD'ye olan desteğini yinelemiş oluyor.
ABD'nin PYD'ye "yeni topraklar elde etmeyi bırakması", Türkiye'ye de "top atışlarını durdurması" yönündeki çağrısının da dinleneceğini beklememeliyiz.
Azez- Cerablus hattında "güvenli bölge" kurmayarak ABD hem Rusya'nın Suriye'de askeri genişlemesinin önünü açtı. Hem de PYD'nin ABD'nin eksik kaldığı yerde Rusya'nın desteğini alarak bu bölgede kontrolü ele geçirmesine onay verdi. Ortaya çıkan sonuç, Suriye'deki bütün aktörlerin ılımlı muhaliflere yönelik savaşı oldu. Bütün aktörler; Rusya, Esed rejimi, Hizbullah, İran- Şii milisler, DAİŞ ve PYD muhaliflerin elindeki köyleri, şehirleri almak için savaşıyor. ABD de buna göz yumuyor. PYD örneğinde ise ılımlı muhaliflerin tasfiyesine aktif destek veriyor.
İşte böylesi bir ortamda Türkiye, PYD'yi vurarak Suriye denklemine yeni bir unsur daha ekledi. Bu yeni unsur Azez'in düşmesini engelleyebilir mi? Halep'e giden koridoru açık tutabilir mi? Dahası, Halep'in düşüşü gerçekleşmeden ateşkesle Cenevre masasına tekrardan oturulmasını sağlayabilir mi?
Bu soruların cevabı şimdilik meçhul; gidişat ise olumlu değil. Ancak Türkiye'nin Azez'e obüs atışları ile müdahalesi, sonuçları ne olursa olsun, PYD ile çatışma mevzusunu dış politika gündeminin baş köşesine yerleştirdi.
Bunun temel sebebi sadece Suriye'nin geleceğinin uzun süre daha diplomasiden ziyade sahadaki askeri operasyonlar üzerinden belirlenecek olması değil. PYD'nin kontrolüne aldığı bölgenin kaderi de bu çatışmaların gölgesinde belirlenecek. İç savaşın başından beri Türkiye hariç her aktörle işbirliği yapan PYDYPG en azından "otonom bir Kürt bölgesini" garantiye almak için bütün gücünü seferber etmeye devam edecek. Bu sebeple çatışma yerine görüşme önerileri anlamlı değil, zira rasyonel değil.
Çözüm sürecini bitiren ve Güneydoğu'nun ilçelerinde "şehir savaşları" yürüten PKK'nın Suriye kolu ile bir anlaşmaya varılması mümkün görünmüyor. Bugün için "dünya savaşı," "soğuk savaş" gibi algı operasyonlarının tesirinde kalmadan Türkiye hem diplomasiyi harekete geçirmeli. Hem de seçmece bir şekilde sert gücünü göstermeye devam etmeli.
Suriye masasında sert gücünü kullanmayan aktör mü kaldı? Bugün mevcut mevzileri koruyarak masaya oturma dönemi. PYD ile anlaşalım diyenler PKK-PYD şartlarına teslimiyet çağrısında bulunuyor. Hâlbuki Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki PKK- PYD koridoru ilişkisi uzun sürecek iniş- çıkışlı bir seyir takip edeceğe benziyor.
Sözgelimi PYD, Esed rejimi ile ters düştüğünde hikâye başka bir safhaya geçecek.
[Sabah, 16 Şubat 2016].