Kamuoyunda ‘17 Aralık operasyonu’ olarak adlandırılan olay 17 Aralık günü gerçekleştirilen adli-polisiye hikâyeden çok daha öte bir anlam taşıyor. 25 Aralık girişimi, TIR operasyonları, İHH soruşturması, Öcalan’ın 1999 yılındaki sorgulanmasından sızdırılan gizli montajlanmış görüntüler, Başbakan’ın yakınlarının ve çalışma arkadaşlarının sızdırılan telefon görüşmeleri bir paket olarak büyük bir operasyonun yapı taşlarını oluşturuyor. AK Parti hükümetinin dış politika duruşu ve Çözüm Süreci de bu paketin içinde hedefe konan başlıklar olarak göze çarpıyor. Çözüm Süreci yaşanan onca şeye rağmen geçtiğimiz yıla damgasını vuran en önemli gelişme olarak tarihteki yerini çoktan aldı. Tarihsel bağlamında Kürt meselesinin altın yılı olarak adlandırabileceğimiz süreçte BDP’nin azımsanmayacak katkıları oldu. Bu bilgiler ışığında, BDP’nin 17 Aralık tutumunu ve bu tutumun Çözüm Sürecine yansımasını bütün bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. 17 Aralık’ın genel anlamıyla Kürt meselesine özelde ise Çözüm Sürecine bakan yönünü kestirmek zor değil: ‘Çözüm Sürecinin sona ermesi ve PKK’nın silahlı mücadeleye tekrar başlaması’. 17 Aralık operasyonlarının resmi bülteni olarak işlev gören Bugün gazetesinin önce Demirtaş’ın özerklik açıklamasını sonra da PKK’nın yaptırdığı ‘şehitlik’ haberlerini manşetten görmesi ve sızdırılan video kayıtları ile Öcalan’ın itibarsızlaştırılmasına yönelik girişimler bu kanıyı güçlendiriyor. Peki bu plan ne ölçüde mümkün olur?
ÖCALAN'IN KASETLERİ
Sızdırılan Öcalan kasetlerinde Kürtler için yeni bir bilginin olduğunu söylemek zor. Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye getirildikten sonra izlediği stratejiyi, argümanlarını Kürt siyasal hareketi tartışmış ve bu tartışmaların sonucunda da hem PKK’dan hem de legal Kürt siyasal hareketinden kopuşlar yaşanmıştır. Yani, o sayfa Kürtler için çoktan kapandı. Aslına bakarsanız, videolar 90’lı yılların kısa bir özetini sunuyor. Siyasetin üzerine kara bulut gibi çöken vesayet rejiminin en temel yaşam kaynağı olan Kürt meselesinin güvenlikleştirilmesinin özeti. O zamanlarda da her barış ihtimali bombalandı, bu videolarda aynı düşünce dünyasının bir ürünü. Bu tip manipülatif girişimler Kürt hareketinin siyasal bilinç düzeyinin altında kalıyor. Barışa karşı olan her girişimi kanıyla, canıyla, özgürlüğünden ödün vererek ödemiş bir hareketi barıştan soğutmak mümkün değil. Öcalan ile birlikte hareket eden Kürt siyaseti ve toplumu o kasetleri bir bağlam ve siyasal akıl dahilinde değerlendirdikleri için fazla üzerinde durmadılar. Kısacası Kürt hareketi bu operasyonların ardındaki niyeti herkesten daha iyi okuyup tavrını ona göre belirledi.
Sorgulamayı yapan komutanda vücut bulan 90’lı yılların vesayetçi rejiminin Kürt meselesine bakışı ortada. Kürt halkı bu resmi iyi tanıyor. Bu resim yerine Kürtler, 15 aydır İmralı-Kandil arasında mekik dokuyan vekilllerine bakıyorlar ve çocuklarının artık ölmediğine şahit oluyorlar. Bu da açık bir şekilde gösteriyor ki, Paris suikastleri, İmralı notlarının sızdırılması, ve muazzam toplumsal desteğe rağmen sürece muhalif kesimlerin bitmek bilmeyen eleştirileri Çözüm Sürecini ne kadar güçlendirdiyse, Öcalan’ın montajlanmış kasetleri de süreci o kadar güçlendirecektir.
Bu topraklarda ‘paralel yapılanma’ demek hesapsızca ve fütursuzca kendi doğrusunu toplumun geri kalanına demokratik olmayan yollardan dayatmak demek olduğunu Kürtler çok iyi biliyor. Seçim öncesi siyaset yapma marjını ve hakkını mahfuz tutan BDP, ilkesel olarak 17 Aralık’ın mimarlarının tam karşısında poziyon aldı. Kürtler için denklem basitti: BBC’ye verilen röportajda açıkça ortaya konan ‘sahip çıkma’ gibi Kürt siyasetinin çoktan geride bıraktığı hiyerarşi söyleminin karşısında Kürt siyasal hareketinin sırtını dayadığı bütün aktörlerin tanındığı ve görüşüldüğü bir mekanizmayı tercih ettiler. Bunların birbirine alternatif oluşturduğunu düşünmek bile çok naif kalıyor.
Öte taraftan, 2012 gibi kanlı geçen bir yılın ardından apar topar Çözüm Sürecine ayak uyduran, kendisine AK Parti karşıtlığı üzerinden yöneltilen eleştiri oklarını akıllıca savuşturan, düşünce dünyasında silahı bir seçenek olmaktan çıkaran, yaşanan başdöndürücü gelişmeleri toplumsal bir dile çeviren, uyguladığı mekik diplomasi ile süreci koordine eden, yeri gelince eleştiren ama sürecin hakkını hep teslim eden, kısacası süreç ile birlikte siyaset yapmanın değerini kavrayan BDP, hem Gezi eylemlerinde hem de 17 Aralık’ta eleştirinin dozunu iyi ayarladı. İnsanları sokağa dökmekten ziyade insanların duygu ve düşüncelerine tercüman olabildiği ölçüde siyaset yapabildiğinin farkına varan BDP, Gezi ve 17 Aralık’ta Türkiye’nin demokratikleşmesine ve siyasete sahip çıktı. Amacına ulaşamayan operasyonlardan sonra sızdırılan ses kayıtları ile Çözüm Sürecinin arkasındaki en önemli güç Başbakan’a ‘diktatör’, Öcalan’a ise ‘taşeron’ gömleği giydiriliyor. Bu da apaçık bir şekilde Çözüm Sürecine karşı girişilen bir hareket olarak kayıtlara geçiyor. Kısacası, Türkiye önemli bir eşikten geçiyor, zamanı doğru okuyup, bu duruma bir reçete sunanlarla statükoda ısrarcı olanlar kamplaşıyor. Kürtlerin barışa susamışlığının vücut bulmuş hali İmralı’da tezahür ederken, iç barışı sağlamış bir Türkiye’yi atağa kaldıracak düşünce dünyasının temsilcisi ise Erdoğan oluyor. Çözümün arkasındaki iki güçlü aktör sosyolojiyi doğru okuyup insanların duygularına tercüman oluyorlar. Her iki aktörün 17 Aralık ve devamında Çözüm Sürecine yönelik makul bir çizgide hassasiyet gösterdikleri gözlemleniyor.
ÇÖZÜMÜN DİNAMİLERİ
Çözüm Sürecini mümkün kılan en önemli dinamiklerden bir tanesi, Türkiye’nin hem iç hem de bölgesel tahayyülerinin gerçekleşmesinin ancak Kürt meselesine bakışında bir revizyon gerektirmesinde ve benzer şekilde PKK’nın da silahlı mücadeleyle öngördüğü hedefe ulaşamayacağını anlamış olmasıydı. Sürecin en önemli aktörlerinden biri olan Öcalan ise 2012 yılının ölüm oruçları krizinden sonra PKK’yı ve Kürt hareketini kontrol edebilen, bağımsız bir devleti öngörmeyen ve Türkiye’nin demokratikleşmesini savunan makro bir planla ortaya çıktı. Başka bir deyişle, Kürt meselesini ‘statü’ bağlamından çıkararak totalde Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamına oturttuğu için Çözüm Süreci hem siyasal alanda hem de halk nezdinde büyük bir teveccüh kazandı. Çözüm Süreci geride bırakılan 15 aya bakıldığında hâlâ provokasyonlara açık olduğu yönünde bir izlenim uyandırıyor. Buna ek olarak, BDP’nin son zamanlarda seçim stratejisi olarak dile getirdiği ‘demokratik özerklik’ açıklamaları ise toplum tarafından Türkiye’deki demokratik standartların yükseltilmesiyle ilişkilendirilmekten çok özellikle medyanın da bu konuya gösterdiği aşırı ilgi ile bölünme edebiyatının tekrardan devreye sokulmasına neden oluyor. Yani, çözümün anahtarı olan gelişme karşımıza bir anda çözümün önündeki en önemli engel olarak çıkabiliyor.
Selahattin Demirtaş’ın gündemin kasetli ve montajlı şehvetine kapılıp yaptığı açıklamalar ve Bese Hozat ile Cemil Bayık’ın ‘Öcalan süreçten çekilirse savaş başlar’ değerlendirmeleri Kürt hareketinde Gezi eylemleri süresince ve 17 Aralık ertesinde gördüğümüz siyasi duyarlılığının dışına çıkılabileceği izlenimi uyandırıyor. Her ne kadar bu değerlendirmeleri seçim arefesinde kendilerine oy veren kitleleyi diri ve sağlam tutma olarak okumak mümkün olsa da, siyasi kırılganlığın yüksek olduğu bu günlerde Kürt siyasal hareketinden daha duyarlı ve öngörülü açıklamaların yükselmesi gerekiyor. Öcalan’ın açık bir şekilde “darbe” olarak nitelediği gelişmeler dizisinde farklı bir ses yükseltmeyeceği açıkken, BDP-PKK hattının da makule yanaşması 17 Aralık’a farklı bir boyut kazandırmadan Çözüm Sürecinde yol katetmeyi mümkün kılacaktır.
Neredeyse her İmralı görüşmesinin ardından İmralı-Kandil-BDP hattından Çözüm Süreci seçimlere kurban edilmemeli açıklamaları geldi. Özerklik üzerinden seçim stratejisi kurgulamak da vesayet artığı siyasi mühendisliğin son sürümü ile İktidarı eritmeye yönelik girişimlere prim verip oy avcılığı yapmak da Kürt siyasal hareketi için eleştirdiği şeyin kendisi olmaktadır. Çözüm Sürecinin ihtiyacı olan şey siyaset kurumuna düşen sorumluluğun azami düzeye çıkarılmasından geçiyor. Bu çerçevede, Kürt meselesinin terör unsurundan bağımsız olarak toplum tarafından Türkiye’nin en önemli siyasal sorunu olarak değerlendirilmeye başlandığı bir ortamda, BDP’nin alması gereken pozisyon tam da bu sorumluluğu devreye sokmayı gerektirir. Türkiye tarihinde bir ilk olan Çözüm Süreci siyasal iletişim dili doğru kurgulanmış bir çözüm iradesini yansıtıyor. Bu fırsatın elden kaçmaması için BDP’nin, Gezi’de ve 17 Aralık’ta gösterdiği olgunluğu hem seçim stratejisine hem de siyasal mühendislik girişimlerine karşı aldığı tutuma yansıtması gerekiyor.
[Star Açık Görüş, 02 Mart 2014]