7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra terör örgütü PKK doğu ve güneydoğudaki bazım yerleşim yerlerinde caddelere ve sokaklara hendekler kazıp barikatlar kurarak sözde bölgesel özerklik ilan etmişti. Şüphesiz terör örgütünün özerklik ilanının hukuki olarak ciddiye alınacak bir yanı yoktu; ancak kamu düzenine meydan okuyan bu hamleye güvenlik güçlerinin mukabele etmesi hayati önem taşıyordu. Hendek terörü olarak anılan dönemde güvenlik güçleri yoğun yapılaşmanın olduğu ve sivillerin canlı kalkan olarak kullanıldığı labirentvari dar ve sıkışık sokaklarda başarılı bir “meskun mahal” operasyonu gerçekleştirerek bu tehdidi bertaraf etti. PKK’nın hendek terörü hamlesi ve güvenlik güçlerinin karşı operasyonu Türkiye’nin terörle mücadele mazisinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak ifade edildi. Terör örgütü PKK Suriye iç savaşında öğrendiği kent çatışması tekniklerini Türkiye’ye taşıdı; güvenlik güçleri ise daha öncesinde pek tecrübeleri olmayan bu alanda başarılı bir karşı operasyon yürüttüler.
15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminden haftalar sonra, 2016 yılının Ağustos ayının sonlarına doğru, Türkiye kuzey Suriye’deki DEAŞ hedeflerine karşı Fırat Kalkanı harekatını başlattığında, özellikle Cerablus ve El Bab gibi yerleşim yerlerinde yapılan çatışmalarda, güvenlik güçlerinin yaklaşık bir yıl önce Türkiye’nin doğusundaki hendek operasyonlarında kazandıkları tecrübelerden faydalandıkları dile getirildi. Bugünlerde devam eden Zeytin Dalı harekatı da ileriki aşamalarında Afrin şehir merkezinde yoğun meskun mahal çatışmalarına sahne olabilir. Operasyonun Afrin kent merkezi ayağının zorlu, çatışmaların da çetin geçeceği dile getirilse de, güvenlik güçlerinin tecrübesi konusunda bir fikir birliği var.
Türkiye bu süreçte şehir muharebelerinde tecrübe kazanmakla kalmadı, eşzamanlı olarak, ulusal güvenliğine yönelmiş tehditleri ortadan kaldırma mücadelesindeki meşru hamlelerini, tüm kara propaganda faaliyetlerine rağmen, ulusal ve uluslararası düzeyde anlatma becerisini de geliştirdi. Bu beceri, hendek terörü günlerinden Fırat Kalkanı’na, oradan da bugün devam eden Zeytin Dalı operasyonuna taşındı. Neticede PKK/PYD terör örgütünün tüm çabalarına, Batı kamuoyundan belli aralıklarla yükselen itirazlara, uluslararası medyanın gerçekleri göz ardı eden, hatta zaman zaman terör örgütüne destek veren yayınlarına rağmen, Zeytin Dalı harekatının iletişimi öncekilere kıyasla başarıyla yürütülüyor.
Neler değişti?
Her ne kadar iletişimin ve medya gücünün gerçekleri ters yüz ettiği örnekler vakiyse de, sonuç alacak bir iletişim stratejisinin başarısı, iletişimi yapılacak mesajın niteliğinden başlar. Bu ilkeyi Zeytin Dalı’na uyguladığımızda, Türkiye’nin iletişimde gösterdiği başarının başlangıç noktası, operasyonun haklılığı ve Türkiye’nin Suriye’deki askeri etkinliğidir. Diğer bir ifadeyle, başarılı bir askeri operasyonun iletişimini yapmak her zaman daha kolay olmuştur. Zeytin Dalı’nın başlangıcından itibaren, Türkiye’nin PKK/PYD’yi hedef almasının DEAŞ’la mücadeleye yoğunlaşmış çabaları dağıtacağı ve operasyon neticesinde bölgede oluşacak yeni bir kaos ortamının çözülen DEAŞ’a geri dönüş imkanı yaratacağı yorumları batı medyasında zaman zaman yer almıştı. Ancak operasyonun planlandığı şekilde ilerleyişi, kontrolün sağlandığı yerleşim yerlerinde kaosa imkan vermeden ÖSO unsurları tarafından düzen ve asayişin süratle temini, bu türden çarpıtma çabalarını etkisiz hale getirdi. Diğer taraftan, PKK/PYD terör unsurlarının Suriye’nin diğer bölgeleri gibi Afrin’de de uyguladığı nüfus mühendisliği çabaları, sivil halkın zorla silah altına alınması veya canlı kalkan olarak kullanılması, çocuk savaşçıların varlığı ve PKK ideolojisini benimsemeyen Kürtler dahil farklı siyasi gruplara hayat imkanı tanımaması, her ne kadar siyasi gerekçelerle ön plana çıkartılmasa da, Batı kamuoyunun malumu olan hususlardır. Türkiye’nin sahadaki varlığının başarısı ve haklılığının yanında itiraf edilmese de, PKK/PYD’nin bir terör örgütü olarak varlığından kaynaklanan olumsuzluklar da operasyonun iletişimini Türkiye lehine kolaylaştırmaktadır.
Zeytin Dalı operasyonunun iletişim başarısının arkasında yatan bir diğer neden ise daha geniş çerçeveli ve yapısal bir değişikliğe dayanıyor. Türkiye’de en geniş anlamı ile “devlet etme” olarak tanımlanacak zihni ve ameli süreçlerde sivillerin mutlak hakimiyetinin tesis edildiğini not etmek gerekiyor. Yurtiçinde veya yurtdışında yapılacak herhangi bir güvenlik operasyonu, karar verme aşamasından planlamasına, uygulamadan bilgilendirme süreçlerine kadar sivillerin yönetimi altında gerçekleştiriliyor. Hal böyle olunca, bir güvenlik operasyonu salt askeri-teknik bir mesele olmaktan çıkıyor. Askerlerin hakim olduğu bir karar alma sürecinde planlanan askeri operasyonlarda, her türlü iletişim faaliyeti, asker bakış açısından operasyonun akıbetini tehdit edebilecek, karşı istihbarata kapı açabilecek güvenlik açıklarıdır. İletişim faaliyetlerinin kazandıracağı –askerlere göre sınırlı– fayda, beraberinde getirebileceği muhtemel risklerin büyüklüğünün yanında oldukça önemsizdir. Dolayısıyla zaten pek etkin ve verimli olmadıkları bu alanı kolayca göz ardı edebilirler. Ancak diğer birçok veçhesinin yanında askerlerin vereceği teknik bilgiye de hakim olan sivil karar vericiler, tüm boyutlarıyla birlikte operasyonun iletişimini de planlayabilirler. Nitekim Zeytin Dalı harekatında benzer bir süreç yaşandı ve iç kamuoyu haftalar öncesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından “Bir gece ansızın gelebiliriz” ifadeleriyle operasyona hazırlanarak konsolide edildi. Erdoğan’ın Afrin’e yapılacak muhtemel operasyonla ilgili açıklamalarının şiddetini günden güne arttırmasıyla düşman unsurlar ve diğer taraflar üzerinde baskı kuruldu. Nihayetinde operasyonun fiilen başladığı, uçakların Afrin’deki terör unsurlarını bombalamasından önce, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. Afrin’de terör hedeflerinin bombalanmasının hemen akabinde Genelkurmay Başkanlığı’nın 72 uçakla 108 terör hedefinin başarıyla imha edildiğini duyurması ayrıca dikkat çekicidir. Hava operasyonuna katılan uçak sayısının fazlalığı, hedefleri vurma oranının yüksekliği, caydırıcılık ve korkutuculuk işlevi açısından önemlidir. Suriye topraklarındaki terör hedeflerine yapılan bir önceki operasyon olan Fırat Kalkanı harekatında verilen 72 şehidin hatırasına yapılan göndermeyle, operasyona 72 uçağın katılması da önemli bir detay olarak dikkat çekti. Operasyon süresince gidişata dair bilgiler düzenli bir şekilde Genelkurmay Başkanlığı tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgilendirmelerinde teknik dilden kaçınıldı ve toplumun genelinin ne olup bittiğini anlayabileceği sade bir lisanın kullanıldı. Operasyonun iletişimin bir diğer dikkat çekici boyutu da etkisiz hale getirilen terörist sayısı veya kontrol sağlanan yerleşim yeri sayısı gibi detayların, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, çeşitli vesilelerle vatandaşlarla buluştuğu organizasyonlarda dile getirilerek kitleselleştirilmesidir.
Medyadaki uluslararasılaşma Zeytin Dalı harekatının iletişim haritasında vurgulanması gereken bir diğer husus. Son dönemde Türkiye’nin dış politikasında müstakilleşme sürecinde olduğu, alanın uzmanları tarafından ifade edilmektedir. Tabiatı gereği birçok uluslararası aktörü rahatsız eden bu süreç, kamuoyu baskısı dahil, çeşitli enstrümanlarla durdurulmaya çalışıldı. Neticede Türkiye’nin uluslararası alanda söyleyecek sözü ve buna mukabil maruz kaldığı kara propaganda arttı. Bu artışa paralel olarak, medyanın hem kamu hem de özel tarafında uluslararasılaşma hamlesi başladı. Anadolu Ajansı ve TRT gibi kamu kuruluşlarının uluslararası etkinliğini arttırmasının yanında, özel medya kuruluşları da birbiri ardına yabancı dilde mecraları hizmete soktular. Tüm bunların yanında, kamu diplomasisi alanında da, artan ihtiyaca bir tepki olarak, resmi girişimlerin yanında sivil inisiyatiflerin de sayısı artmıştır. Bugün Türkiye yabancı dillerde çok daha fazla içerik üretmekte, mesajını daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalışmaktadır. Eksikleri olmakla birlikte, bu alanda da nitelik ve nicelik olarak artış gözlemlenmektedir.
Riskler ve yapılması gerekenler
Zeytin Dalı harekatının iletişimi, yukarıda açıklanan parametreler üzerinden olumlu seyrediyor. Ancak her alanda olduğu gibi burada da geliştirilebilecek noktalar ve muhtemel riskler mevcut. Geliştirilebilecek noktaların başında bu ve benzeri operasyonların, bilgilendirmenin ötesinde bir medya ürününe dönüştürülmesi yer alıyor. Operasyonun çeşitli safhaları, içerisindeki insan hikayeleri, karşı karşıya gelinen zorluklar, zaferler, kahramanlıklar ve trajediler, geleneksel ve yeni medyanın tedavüle sokabileceği şekilde hikâyeleştirilmelidir. Örneğin internet arama motorlarına “Körfez savaşı müziği” yazıldığında istisnasız bir şekilde tanıdık bir melodi olan Peter Gabriel’in The Feeling Begins eseriyle karşılaşılırken benzer bir özdeşleştirmenin Türkiye’nin başarılı askeri harekatları için mevcut olmadığını görüyoruz. Benzer şekilde, Amerika’nın Irak işgaliyle ilgili olarak “Saddam’ın devrilişi” etiketiyle arama motorlarında görsel malzeme aratıldığında, sonuç olarak ABD askerlerinin Saddam Hüseyin’in heykelini boynuna ip geçirerek yıktığı anın görüntüsü çıkmaktadır. Keza propaganda literatürü ABD’nin Vietnam savaşının Hollywood tarafından nasıl hikâyeleştirildiğinin sayısız örnekleriyle doludur.
Son olarak, bu süreçte dile getirilmesi gereken risk ise operasyona katılan Türk askerlerinin ve ÖSO mensuplarının yeni medya kullanımının doğurabileceği karşı istihbarat tehlikeleridir. Zeytin Dalı harekatı devam ederken, Suriye ve Afganistan’da görev yapan ABD askerlerinin yaygın olarak kullandıkları bir cep telefonu “fitness” uygulamasının bıraktığı sanal izler sayesinde askerlerin konumuna dair bilgilerin elde edilebildiği uluslararası medyaya yansımıştır. Benzer şekilde, Zeytin Dalı operasyonuna katılan Türk askerlerinin, her ne kadar kimliklerini gizleseler de, çeşitli görüntü paylaşımı uygulamalarıyla benzer sanal izler bıraktıkları, az sayıda da olsa habere konu olmuştur. Bu alanda henüz kamuoyuna yansıyan bir olumsuzluk olmasa da, operasyona katılan askerlerin artan sosyal medya kullanımının profesyonel çerçevesi çizilmelidir.
[AA, 13 Şubat 2018]