Sokak gösterileri, Reşadiye'deki saldırı, DTP'nin kapatılması, devam eden sokak gösterileri, Muş'ta yaşanan üzücü hadise ve toplumsal gerilim... Bunlar, ardı ardına gelen ve açılım sürecinin arkasındaki iradeyi ve açılımın geleceğini sorgulamamıza yol açan olaylar zinciri. Bu olaylara dayanarak, iki haftadır, Türkiye bir provokasyondan ve Kürt siyasetinin bu provokasyonun aktörü haline gelmesinden bahsediyor. Hatta DTP'nin kapatılması ve DTP'nin içindeki güvercin kanadı temsil ettiği bilinen Ahmet Türk'ün siyasi yasaklı olmasından yola çıkarak Anayasa Mahkemesi'nin de bu provokasyona alet olduğunu ima eden yorumlar yapılıyor. Gizli ya da açık bir elin olaylara start verdiğine ve nihayetinde açılımın ciddi bir krize girdiğine şüphe yok. Ancak, ortadaki tabloyu yorumlamadan önce, bu tabloyu doğuran koşulları, provokasyona gelen aktörleri konuşmadan önce, provokasyonu mümkün kılan aktörleri konuşmamız gerekir.
DTP'yi taşlayanlar masum mu?
Türkiye Kürt sorununu çözmeye ilk defa teşebbüs etmiyor. Bugüne kadar, güvenlik perspektifinin dışına çıkıp siyasetin imkânlarıyla bu sorunu çözmeye çalışan birçok teşebbüse şahit oldu Türkiye. İlk elden, 1993 (Özal), 1999 (Demirel) ve 2005 (Erdoğan) tarihleri hatırlanabilir. Bu teşebbüsler, Kürt sorunu gibi çok boyutlu bir meseleyi çözmeyi mümkün kılacak iç ve dış dinamiklerden yoksun olmaları dolayısıyla akamete uğradı. Hükümetin yaklaşık altı ay önce başlattığı açılım, daha önceki teşebbüslerin sahip olmadığı imkânlara sahip olması dolayısıyla, ciddi bir beklenti oluşturdu. Bu imkânları, kurumlar arası mutabakat, Meclis aritmetiği, uluslararası konjonktür, AK Parti'nin toplumsal desteği, AK Parti'nin siyasal irade ve kararlılığı, PKK'nın silah bırakma isteği ve toplumsal mutabakat olarak saymak mümkün. Aslında bütün bu maddeleri tek bir cümlede özetleyebiliriz: Bu açılım, soruna taraf olan ve böyle bir sorunun çözülmesinde etkili olabilecek sivil ve bürokratik aktörlerin mutabakatı ve onayıyla başarıya ulaşabilirdi. Açılım başlatılırken kamuoyunu iyimserliğe sevk eden husus, böyle bir mutabakatın gerçekleşebileceği düşüncesiydi. Bugün altı ay sonra geriye dönüp baktığımızda, bu açılımın başarıya ulaşması için sıralanan listeden, zaman zaman tereddüt oluştursa da, AK Parti'nin pozisyonundan başka elimizde kalan bir şey yok. Sürecin başından itibaren, siyasi mutabakat sağlanamadı ve CHP-MHP, bırakın sürece destek vermeyi, açılımı ihanet ve bölücülükle suçladılar. DTP'nin desteği ise, hükümete güvensizlik dolayısıyla, hem tereddütlü oldu hem de zaman zaman süreci baltalayıcı bir işlev gördü. Siyasi mutabakatın sağlanamaması, başta güçlü olduğu varsayılan bürokratik desteği zayıflattı ve MGK bildirisiyle sürece desteklerini teyit eden askerlerin süreç içerisinde desteklerini göstermemelerine yol açtı. Anayasal kurumlar ile siyasi partiler, birbirlerinin mütereddit pozisyonlarını karşılıklı olarak pekiştirdiler. Böylece, anayasal kurumların ve siyasi partilerin desteğini alamayan açılımın toplumsal desteği alması da zorlaştı. Bir yandan toplumsal desteğin azalması öte yandan ilgili aktörlerin muhalefeti ya da kayıtsızlığı, hükümetin irade ve kararlılığını da olumsuz yönde etkiledi. Hükümetin niyeti ve samimiyeti, somut adımlarla yol alan kararlı bir siyasi iradeye dönüşemedi. Nihayetinde, hükümet, başta destek olacakları varsayılan aktörleri açılım lehinde kanalize edemedi. Soruna taraf olan meşru aktörlerin bu kompozisyonu, PKK'nın sürece bakışını da değiştirdi. PKK, doğası gereği politikalarını seçim takvimine endeksleyerek belirleyen bir siyasal partinin, böyle zorlu bir süreci bütün diğer aktörlere rağmen tek başına sürdüremeyeceğine kanaat getirdi. Bu muhakeme, PKK'nın başka aktörlerin pozisyonlarını hesaba katmasına, zaman zaman bu aktörlerin etki alanına girmesine ve geleceğini açılıma endekslememesine yol açtı. Şimdi dönüp Türkiye'nin son iki haftasını esir alan olaylar zincirine tekrar bakabiliriz. Eğer, tablo yukarıda anlatıldığı gibi olmayıp, açılım başta ümit edildiği gibi sivil ve bürokratik aktörlerin mutabakatı ile sürdürülebilseydi, son iki haftaya damga vuran olaylar yaşanır mıydı? Bu olayların arkasındaki rasyonalite ve irade kendisini göstermeye cesaret eder miydi? Hangi kötü niyetli irade, siyasal mutabakatı ve toplumsal desteği arkasına alarak belirlediği hedefe kararlılıkla ilerleyen bir sürece provokasyon uygulamayı aklından geçirebilirdi? Hal bu iken, başarısı için gerekli zemin oluşturulmadığından kırılganlığa terk edilen açılımın sabote edilmesi dolayısıyla eleştirilerimizi sadece olayı tetikleyen aktörlerle sınırlandırmak anlamlı değil. Bu sürecin sorumluluğu, sürece katkısını esirgeyerek ülkeyi kırılganlığa sürükleyen bütün aktörlere aittir. Kapatılan DTP olsa da hedef AK Parti Olayın bir diğer boyutu da AK Parti ile ilgili. Geride bıraktığımız sürede ortaya çıkan tablo, hem muhalefet partilerinin hem de anayasal kurumların, Kürt sorununun toplumsal barış için ne denli önemli olduğunu kavramadıkları ve süreci akamete uğratarak AK Parti'yi zayıflatmayı daha öncelikli bir strateji olarak belirledikleri şeklindedir. Başından beri, açılım süreci, toplumsal bütünleşme için gerekli bir devlet projesi olarak değil, risk ve rantından AK Parti'nin etkileneceği bir teşebbüs olarak ele alındı. Hal böyle olunca, siyasal denklemde, açılımın geleceği ile iktidar partisinin geleceği aynı kefeye konuldu ve birikmiş bütün hesaplar, açılım üzerinden görülmeye başlandı. Dolayısıyla, DTP'nin kapatılmasıyla somutlaşan olaylar zincirinin asıl hedefi, sadece açılım veya Kürt siyaseti değil, aynı zamanda AK Parti'dir. DTP, AK Parti'yi zayıflatmak için kurban edilmiş ve PKK da bu senaryoda rol almıştır. Bu okuma, açılımın bundan sonraki muhtemel serüveni için de belirleyici olacaktır. Açılımın kaderini, DTP'nin nasıl karar alacağı değil, soruna taraf olan ve bugüne kadar süreci baltalayan aktörlerin tavrı ve AK Parti'nin bu tabloyu nasıl yöneteceği belirleyecektir. Başka bir deyişle, sürecin bundan sonraki seyrinin asıl belirleyicisi AK Parti'dir. AK Parti, açılımın başarısızlığa mahkûm edilmesi üzerinden kendisini hedef alan oyun planını boşa çıkartmayı başardığı ölçüde, açılımın önü açılacaktır. Kendi kaderiyle açılımın selametini aynı denklemden çıkarmayı başardığı ölçüde, açılım üzerinden kendisine kasteden çevrelerin hesaplarını boşa çıkaracak ve hem kendi varlığını hem de açılım üzerinden toplumsal barışı tahkim edebilecektir. Bunun için de, AK Parti'nin, sürecin başından bugüne değişen dinamikleri, el değiştiren kartları ciddi ve ayrıntılı bir analize tabi tutması gerekir. Mevcut durumu ve dengeleri göz ardı etmeyen yeni bir yol planının gündeme alınması, AK Parti'yi ve onun şahsında toplumsal barışı bu cendereden kurtarabilir. Zaman - 17 Aralık 2009