SETA > Yorum |
Kaybedilen Bir Osmanlı Mirası Aşı Bilimi

Kaybedilen Bir Osmanlı Mirası: Aşı Bilimi

Cumhuriyet'in ilk yıllarında da miras korunur ve aşıya verilen önem devam eder. 1928'de kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü, ülkenin aşı ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, kolera salgını geçiren Çin'e dahi aşı gönderir.

1715 yılında Ä°ngiliz aristokrat Lady Mary Wortley Montague, geçirdiÄŸi çiçek hastalığı nedeniyle güzel yüzünde derin hasarlar yaÅŸamakla kalmaz, bir müddet sonra aynı hastalıktan kardeÅŸini kaybeder. Birkaç yıl içinde ise eÅŸinin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’na sefir olarak atanması ile Lady, hayatını karartan derdin devasını karşısında bulur.

Arkadaşına hitaben “öyle bir ÅŸey söyleyeceÄŸim ki, Ä°stanbul’da bulunmak isteyeceksiniz” diyerek baÅŸladığı mektubunda Montague, Osmanlı’nın, çiçek hastalığını variyolasyon metoduyla önlediÄŸini haber verir. Bu paha biçilmez bir haberdir, zira o dönemlerde Avrupa her yıl yüzbinlerce insanını bu hastalığa kurban vermektedir.

Ä°ÅŸe, elçilik cerrahına küçük oÄŸlunu aşılatmakla baÅŸlayan Lady, birkaç yıl sonra Londra’ya döndüÄŸünde ise yine aynı doktora denemeler yaptırır ve baÅŸarılı sonuçlar veren Osmanlı yöntemi kabul görerek yayılır. Kısacası Lady Montague, acısıyla aklını ve vatanseverliÄŸini birleÅŸtirerek, Osmanlı devasını Batı’ya taşıyan isim olur.

ÇÄ°N’E AÅžI GÖNDERDÄ°K

Osmanlı’nın aşı serüveni, çiçekle sınırlı deÄŸil. 19. yüzyılın amansız dertlerinden kuduza karşı, 1885’te Pasteur tarafından bulunan devayı haber alan 2. Abdülhamit, bir ekibi hemen Paris’e göndererek kuduz aşısı eÄŸitimi alınmasını saÄŸlarken, Pasteur’e de yüklü bir ödül gönderir. 1887’de vatana dönen ekip, Kuduz Tedavi Enstitüsü’nü kurar. Bir nevi zamanın teknoloji transferi!

1893’te ise bir baÅŸka mikrobiyoloji enstitüsü hayata geçirilir ve peÅŸi sıra yıllarda, tifo ve dizanteri gibi çeÅŸitli aşılar geliÅŸtirilir. Dolayısıyla Osmanlı, son dönemlerinde ve hatta savaÅŸ yıllarında dahi, aşı çalışmalarını aralıksız sürdürür.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında da miras korunur ve aşıya verilen önem devam eder. 1928’de kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü, ülkenin aşı ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, kolera salgını geçiren Çin’e dahi aşı gönderir. Merkez, 1940’lara doÄŸru, kızıldan vereme sayıları neredeyse 20’ye varan çok çeÅŸitli aşı üretir hale gelmiÅŸtir. Hatta dünyadaki ilk tifüs aşısı burada geliÅŸtirilir. Ancak gelin görün ki; 90’ların sonlarına doÄŸru, Hıfzıssıhha’nın ve dolayısıyla Türkiye’nin aşı üretim faaliyetleri durdurulur.

BIÇAK GÄ°BÄ° KESÄ°LDÄ°

Hayretler içinde kalarak bunun sebebi ne diye araÅŸtırınca ise, teknolojinin güncellenememesinden, Bayram tatiline giderken buzdolabının fiÅŸinin hatayla çekilerek aşıların bozulmasına kadar uzanan rivayetlere rastlıyorsunuz. Bir milletin asırlarını verdiÄŸi bir bilimin kapısına, kaÅŸla göz arasında nasıl kilit vurulur; akıl almıyor.

Fakat vurulmuÅŸ... Sonrasında ise Hıfzıssıhha, üretimden ziyade test ve kontrol amaçlı bir yapıya dönüÅŸmüÅŸ. Böylelikle ülkemizde de, aşı teknolojisinin geliÅŸimi bıçak gibi kesilmiÅŸ.

Anlayacağınız, 90’ların sonuna doÄŸru insan aşısı üretimimizin önüne ani bir set çekilmiÅŸ ve miras alıp büyüttüÄŸümüz aşı sektörümüze inanılmaz bir darbe vurulmuÅŸ. Tam da memleketin kaosa sürüklendiÄŸi zamanlar... 90’lara “kayıp yıllar” diye boÅŸ yere denmiyor.

DIÅžA BAÄžIMLILIK NEREYE KADAR?

O gün sahip çıkılsaydı, bugün Hıfzıssıhha alanında öncü bir merkez olabilirdi. 2. Abdülhamit’in yüklü bir meblaÄŸ gönderdiÄŸi Pasteur’ün öÄŸrencisinin, tam da 1887’de kurduÄŸu Merieux Biological Institute, bugün Sanofi Pasteur adıyla bildiÄŸimiz, dünyanın aşı teknolojisi liderlerinden... BaÅŸka söze ne hacet?

Hadi öncü olma iddiasını geçelim; 90’larda belirsiz ve aslında belirli sebeplerle önümüz kesilmeseydi, bugün kendi ihtiyacımızı karşılayarak, aşıda dışa bağımlı olmaktan büyük ölçüde uzak olabilirdik.

Aşı ithalatına aktardığımız meblaÄŸlar bir yana, böylesine kritik bir alanda kabiliyetimizi kaybetmiÅŸ ve ilerletememiÅŸ durumdayız. Bir savaÅŸ halinde, dışarıya baÄŸlı olduÄŸumuz aşıda halimiz ne olur? Özellikle biyoterörizmin ayyuka çıktığı günümüzde, ulusal aşı üretimi kaçınılmaz bir milli mesele...

AÅžI YENÄ°DEN GÜNDEMDE

Mesele düÅŸündürücü olmakla birlikte, son yıllarda “milli aşı” çalışmaları için devletimizin bazı hamlelere imza attığını da görüyoruz. Bu da iÅŸin sevindirici kısmı ancak burada da bazı sıkıntıları aÅŸmamız gerekecek gibi gözüküyor.

Sadece Türkiye deÄŸil, aşıya neredeyse sıfırdan baÅŸlayacak tüm ülkeler için bu durum geçerli. Son 20 yılda, Hindistan, Brezilya ve Küba gibi geliÅŸmekte olan bazı ülkeler, ciddi ataklarla bu problemlerin bir kısmını aÅŸtılar ve aşıda baÅŸarılı oldular. Bu örneklere dayanarak biz de umutlu olabiliriz ancak iÅŸin başında “entegre bir aşı geliÅŸtirme politikası” kurgulamak ÅŸartıyla... Zira aşı iÅŸi, çok uzun ve bol aÅŸamalı bir süreç... Sinerji ve plan oluÅŸturmadan ilerlemek imkânsız...

Bu konuda yazacak çok ÅŸey var ancak özetlemek durumundayım. Öncelikli olarak, aşı Ar-Ge haritamızı, ihtiyaçlar, altyapı ve insan kaynağı anlamında çizmemiz ve buradaki birlikteliÄŸi saÄŸlamamız önem taşıyor. Ä°nsan kaynağı, aşırı kritik bir faktör... Nitekim aşı çalışmaları, örmesi zor bir disiplinler ağına gereksinim duyuyor. Bu anlamda, merkezi çalışmalar hayata geçirmeli, genç araÅŸtırmacıları alana çekici, yurtdışındakileri ülkeye döndürücü mekanizmaları güçlendirmeliyiz.

Haritayı doÄŸru çizip canlandırmak ilk adım. Sonrasında ise, aşı için kritik olan regülasyonlar var. Hatta sonrasında deÄŸil, ilk aÅŸamalardan itibaren düzgün kurgulanması gereken bu düzenlemeler, zorlu da olsa kaçınılmaz ihtiyaç.

YETÄ°ÅžMEK VAKÄ°T ALACAK

Oyuna gerilerden baÅŸlıyoruz. YetiÅŸmek vakit alacak. Zira aşıda sıfırdan yola çıkıp bir yerlere yetiÅŸmeye çalışırken ki, bu 5 yıl da sürebiliyor, 10 yıl da; baÅŸkaları hep daha ileriye gidiyor. Ä°ÅŸin kötüsü, bu uzun yolda yanlış yere varma riski de çok yüksek.

Ä°ÅŸte bu baÄŸlamda, Çin, Brezilya, Küba gibi ülkelerin yerli aşı süreçlerinde, tümüyle olmasa da teknoloji transferi yoluna gittiklerini görmek anlamlı. Teknoloji transferi, bizim de, mekanizmasını doÄŸru kurmak suretiyle ele almamız gereken bir madde.

Yazacak çok ÅŸey var ancak varmak istediÄŸim sonuç, “milli aşı” için “Kervan yolda düzelir” yaklaşımından özenle kaçınmamız gerektiÄŸi...

DoÄŸru kurgulanan bir politikayla, kaybettiÄŸimiz mirası neden bir gün bir yerlerde yeniden bulmayalım?

Ä°yi bir hafta sonu dileklerimle...

[Yeni Şafak, 26 Aralık 2014]