Böyle bir yazıya niyetlenmemin sebebi ise İstanbul’un Fatih ilçesine asılan büyükçe bir afişte yazılanlardı.
Afişte, “Fatih’i Suriyelilere Teslim Etmeyeceğim!” yazıyordu. Yazıda dikkatin nereye yoğunlaştırılması gerektiğini göstermek için “Teslim Etmeyeceğim” kelimeleri siyah zemin üzerine “vurgulu” bir şekilde yazılmıştı.
“Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyecek” olan kişi, İYİ Parti’nin Fatih İlçesi Belediye Başkan adayı olan İlay Aksoy’du. Aksoy, kendi fotoğrafını da afişe koydurtmuştu.
Siyasetçilerin fotoğraflarını seçim afişlerinde, genellikle gülümserken ya da tebessüm ederken görürüz. Ancak İYİ Parti adayının fotoğrafı -belki de verdiği sözde ne kadar kararlı olduğunu vurgulamak için- “öfkeli” bir duruşla afişe eklenmişti.
Göçmen karşıtı bu sloganı afişte kullanan siyasetçinin öz geçmişi kendi ifade ettiği biçimi ile şu şekilde: “1969 Lefkoşa doğumluyum. Savaştan sonra ailecek Avustralya’ya (Sydney) yerleştik. 17 yıl Avustralya’da yaşadım. Bütün eğitim hayatım Avustralya’da geçti...”
17 yıl Avustralya’da yaşayan göçmen karşıtı bu siyasetçinin, göçmen olarak 17 yıl yaşadığı Avustralya’da benzer tepki ile karşılaşıp karşılaşmadığını bilmiyoruz. Ancak kendi anlatımından öğrendiğimiz, “savaş” nedeni ile başka bir coğrafyaya gitmek zorunda kalmış olması.
Suriye’den, yaşanan savaştan dolayı Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerde olduğu gibi.
İşte tam da İYİ Partili siyasetçinin afişi üzerinden, bir önceki seçimde de muhalefet liderlerinin, “Suriyeli mülteci almak vatana ihanettir” sözlerine atıf yapacaktım. Batı'da yükselen radikal sağ söylemlerle bu sözler arasındaki benzerliklere değinecektim.
Göçmen karşıtlığının ürettiği radikalleşmenin sonuçlarından bahsedecektim.
Ancak tam ben böyle bir yazı planlarken, Yeni Zelanda’da iki camiye yapılan terör saldırısı sonucunda Müslümanlara yapılan katliamın haberleri yayınlandı.
Terör saldırısında en az 49 Müslüman hayatını yitirmiş ve en az 20’si ağır olmak birçok kişi de yaralanmıştı.
Saldırıyı gerçekleştiren terörist, yazdığı 70 sayfalık manifestoda, “Refahımız ve halkımızın hayatta kalması için göç edip topraklarımızda yaşayanları ezmeli, onları sınır dışı etmeliyiz” diyordu.
Terörist, Haçlı zihniyeti ile hareket eden bir İslam karşıtıydı. Göçmen karşıtıydı. Yabancı düşmanıydı...
Teröristin yazdıklarında Türkiye’ye karşı da büyük bir öfke içinde olduğu; “Türklerin İstanbul Boğazı’nın doğusunda kendi ülkelerinde istedikleri gibi yaşayabileceği ancak Avrupalı beyazlara ait topraklarda yaşamaya kalkacak olanların öldürüleceği, Boğaz'ın batısında kalan yerlerin geri alınacağı ve tüm camilerin yok edileceği, Ayasofya'nın bir kez daha kilise olacağı ve hâlâ fırsatları varken tüm Türklerin ülkelerine geri dönmesi gerektiği” şeklindeki yazısından anlaşılıyor.
Türkiye’ye karşı öfkesi bununla da kalmıyor. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a suikast düzenlemekten bahsediyor.
Teröristin uzun süre bu terör saldırısına hazırlandığı, tarih çalıştığı manifestoda yazdıklarından anlaşılıyor. Dolayısıyla, amacı, hedefi belli bir terör eylemine uzun süre hazırlandığı açıkça ortada. Münferit bir terör eylemi ya da “yalnız kurt” falan değil.
Organize bir aklın ürünü olarak terör eylemini gerçekleştirmiş. İslam karşıtlığını merkeze alan, 2011 yılında Norveç’e 77 kişiyi terör saldırısı ile katleden Anders Behring Breivik’in yolundan gittiğini kendisi manifestosunda yazmış.
Dolayısıyla aslında Batı'da uzun süre üretilen İslam ve yabancı düşmanlığının geldiği korkunç aşama budur.
Adını doğru bir şekilde koymak gerekirse; İslam değerlerini hedef alan terör eylemidir.
[Türkiye, 16 Mart 2019]