Türk Silahlı Kuvvetleri 20 Ocak günü saat 17.00 itibariyle Afrin’deki terör örgütü PYD/PKK mensuplarına yönelik “Zeytin Dalı Harekâtı”nı başlattı. Harekât, 14 Ocak’ta ABD’li bir yetkilinin PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) unsurlarından 30 bin kişilik bir “Sınır Güvenlik Gücü” kurma sürecini başlattığı açıklamasının ardından geldi. PYD/PKK’nın ordulaştırılma/devletleştirilme sürecine sert tepki gösteren hükümet yetkilileri harekâtın amacının, PYD/PKK’nın ABD’nin de yardımıyla Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşturmayı hedeflediği “terör koridoru”nun önüne geçmek olduğunu ilan etti. Harekâtın hiçbir şekilde Kürt vatandaşları ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü hedef almadığının altını da kalın harflerle çizdi.
Harekâtın başlamasının ardından iç politikada büyük bir uzlaşı ortaya çıktı. Ülkede marjinal sol bir kesimin “savaşa hayır” sloganıyla harekâta karşı çıkışının dışında önemli bir ayrışma yaşanmadı. PKK’nın siyasi temsilcisi konumundaki HDP’nin harekâtı “Kürtlere karşı” bir eylem olarak sunması ise elbette şaşırtıcı değildi. Ancak ne yazık ki PKK’nın Temmuz 2015’teki hendek kalkışmasından itibaren siyasette giderek marjinalleşen ve toplumsal desteği her geçen gün eriyen HDP’nin bu çıkışı Kürt kamuoyunda önemli bir karşılık bulmadı. PKK’ya sempati duyan kesimler sokağa çıkma çağrılarına güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler nedeniyle cevap vermezken, bunun dışında kalan Kürt vatandaşlar ise sessiz kalarak ya da açıktan destek sunarak harekâtı onaylamayı tercih etti. Ayrıca, sol-muhalif medyada harekâtın Özgür Suriye Güçleri’yle (ÖSO) birlikte yapılmasını laikçi reflekslerle sorun eden birkaç cılız sesin varlığını da not etmek gerekir. Yine, Türkiye’nin Kürt sorununu barışçıl yollarla çözememesi sonucu askeri yollara başvurmak zorunda kaldığı ve askeri çözüme sıkıştığını dile getiren artık klişeleşmiş liberal eleştiriler de her zamanki gibi kamuoyu tartışmalarında yerini aldı.
‘Yeni CHP’nin misyonu
Harekâta yönelik iç politikada verilen tüm bu tepkiler büyük oranda, 15 Temmuz sonrası dönemin siyasetine damga vuran yerli-milli blok ile karşıtları arasındaki kutuplaşmanın bir devamı niteliğindeydi. Ancak bu devamlılığa rağmen önemli devamsızlıklar ve değişimler de göze çarptı. CHP’nin harekâta vermiş olduğu destek bu noktada dikkate değerdir. CHP hiç şüphesiz siyasetin doğası gereği, harekâtın toplumdan gördüğü destek ve olası başarısını hesap ederek, harekâta karşı çıkmanın 2019 seçimlerinde elini zayıflatacağını görmekte ve buna göre stratejik hareket etmektedir. Harekâtı desteklerken “iç siyasete malzeme yapılmamalı” ifadesini araya sıkıştırması CHP’nin bu endişesini gözler önüne sermektedir. Ancak burada kritik olan husus, CHP’nin ilk defa –kısa ömürlü 7 Ağustos 2016’daki Yenikapı desteğinden sonra– iktidarın yanında çok isteyerek olmasa da yer almış olmasıdır. Daha doğrusu, CHP’nin yerli-milli ittifak ile ilk defa aynı çizgide buluşmak zorunda kalması, Türkiye siyasetinin içinde bulunduğu süreç hakkında ve iktidar ilişkileri açısından bize önemli veriler sunmaktadır. Peki, CHP’nin yerli-milli ittifakla buluşması ülke siyaseti açısından ne anlam taşımaktadır?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mayıs 2010’da Genel Başkanlık koltuğuna oturması CHP açısından önemli bir milattı. 2000’li yıllar boyunca süren bürokratik vesayeti geriletme sürecinin başarıyla sonuçlanması, CHP’nin Türkiye siyasetindeki misyonunu köklü bir değişikliğe zorladı. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren bürokratik oligarşinin siyasetteki uzantısı olan CHP’nin misyonu, muhafazakâr-dindar toplumsal kesimleri iktidardan uzak tutmak ve devleti demokratik bir dönüşüme uğratmasını engellemekti. Bürokratik oligarşinin 2010’da devletten tasfiyesiyle CHP’nin misyonu, devletin muhafazakâr-dindar toplumsal kesimlerin liderliğinde yeniden dizayn edilmesini engellemek oldu. Bu noktadan sonra CHP için gözetilmesi gereken denge, devletin varlığını tehlikeye atmadan AK Parti’yi devletten tasfiye etmek amacı etrafında şekillendi.
Ancak bu denge her zaman istenilen ölçüde sağlanamadı. FETÖ, HDP/PKK ve Batı’yla AK Parti iktidarına karşı ittifak ilişkisi aşırıya kaçtığında ve devlet bütün halinde tehdit edilme noktasına ulaştığında CHP geri adım atmak zorunda kaldı. 15 Temmuz’un ardından 7 Ağustos’ta Yenikapı mitingine katılım ve ABD’nin “yolsuzluk” davaları ve PKK’ya destek üzerinden Türkiye’nin güvenliğine açıkça saldırmasının ardından Zeytin Dalı Harekâtı’na verilen destek bu geri adımlara örnek gösterilebilir. Ancak yine de AK Parti’ye karşı FETÖ, HDP/PKK ve Batı’yla kurulan ittifaklar CHP’nin toplumsal meşruiyetini sürekli bir şekilde eritti. Kılıçdaroğlu liderliğinde kitle partisine dönüşme projesi –Yeni CHP– toplumun geneline seslenmeyi başaramadığı gibi, kendi parti tabanında partinin kurucu ideolojisi Kemalizm’den saptığı eleştirilerine maruz kaldı. 3-4 Şubat’ta yapılacak CHP kurultayında Kılıçdaroğlu’nun karşısına “partiyi fabrika ayarlarına döndürme” iddiasıyla bir adayın çıkmış olması yanı sıra Kılıçdaroğlu’na muhalif muhtelif isimlerin aday olacaklarını ilan etmesi partinin kendi tabanına yabancılaşması durumunu açıkça ortaya koymaktadır.
Yerli-milli ittifak
CHP’nin bu manevraları karşısında AK Parti ise iktidarını topluma yayma ve derinleştirme yönünde hareket etti. 2010-2015 döneminde ‘medeniyet’ söylemiyle tüm topluma yayılma ve siyasi-toplumsal düzen kurma yönünde hareket etti. Kürt, Alevi ve diğer açılım adımları bu siyaseti somutlaştırıyordu. Ancak Mayıs-Haziran 2013’te Gezi ile Alevi açılımı ve laik toplum kesimlerine uzanma girişimi, 6-8 Ekim (2014) Kobani eylemleri ve Temmuz 2015’deki “devrimci halk ayaklanması” ile de “Kürt açılımı” sona erdi. Bu açılımların sonlanmasında muhalif grupların “gizli bir el” tarafından organize edilerek direnmesi kadar, FETÖ’nün AK Parti iktidarına açtığı yıpratma savaşı da –mesela 17-25 Aralık yargı darbe girişimi– önemli rol oynadı. AK Parti iktidarının önü kesildi ve kendi toplumsal sınırlarına geri çekilmeye zorlandı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar olamayacak duruma getirildi.
Temmuz 2015’te PKK’nın hendek kalkışmasına karşı terör operasyonlarıyla başlayıp 1 Kasım (2015) Genel Seçimleri’yle devam eden süreçte AK Parti yeni bir siyasete geçiş yaptı. Yerli-milli söylem üzerinden yeniden topluma yayılma siyaseti takip etmeye başladı. Medeniyet söylemi toplumsal farklılıkları “kardeşlik” ve “kader birliği” üzerinden eriterek toplumu bir araya getirmeye çalışıyordu. Medeniyet söyleminin ötekisi, dışlayıcı anti-demokratik pratikleri üzerinden sürekli bir eleştiriye ve karşılaştırmaya tabi tutulan “eski Türkiye” idi. Yerli-milli siyaset ise toplumu yerli-milli değerlere sadâkat üzerinden bir araya getirmeye çalışmaktadır. Yerli-milli söylemin ötekisi, 15 Temmuz darbe girişimindeki rolünün de etkisiyle Batı’dır. AK Parti iktidarının FETÖ, DAEŞ ve PKK terör örgütleri ve iç muhalefete yönelik eleştirileri Türkiye’ye karşı Batı ile iş tutmak, Türkiye’nin milli çıkarları yerine Batı’nın çıkarlarına hizmet etmek üzerinden şekillenmektedir.
AK Parti-MHP ittifakının yürüttüğü yerli-milli siyaset, pratikte ülkeyi içeride ve dışarıda tehdit eden terör unsurlarından temizlemeye odaklanmıştır. Ülke içine yönelik olarak, öncelikle Temmuz 2015’ten itibaren bölgede PKK terörü bastırılmış, Haziran 2016’da OHAL kapsamında FETÖ başta olmak üzere PKK ve DAEŞ terör örgütlerinin ülkeden sökülüp atılması sağlanmıştır. Bunu Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak adına Ağustos 2016’te Fırat Kalkanı Harekâtı takip etmiştir. 216 gün süren harekâtta Suriye’nin kuzeyindeki Cerablus, Çobanbey ve El Bab bölgelerinden DAEŞ terör örgütü temizlenmiştir. Terör unsurlarını temizlemek, sınır hattının ve bölgedeki halkın güvenliğini sağlamak, kontrol altına almak ve göç sorununu bitirmek için başlatılan harekâtta bir yandan bölgedeki DAEŞ militanları ile çatışılırken, diğer yandan da bölgeye ilerlemek isteyen YPG ve Esed rejimi güçlerinin önü kesilmiştir. Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı ile devam ettirilmiştir. Geçtiğimiz hafta başlayan harekâtın hedefinde bu sefer PYD/PKK yer almaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere harekât, PYD/PKK terör örgütünün ABD yardımıyla kurmaya çalıştığı terör koridorunu engellemek ve ortadan kaldırmaktır. Birbirini tamamlayan bu iki harekâtı, önümüzdeki süreçte Münbiç ve Fırat’ın doğusunu kapsayan üçüncü bir harekâtın takip edeceğini kestirmek ise zor değildir. Yerli-milli siyaset kapsamında devletin güvenliğine yönelik bu adımlara, devletin demokratik bir rejim esasına göre yeniden kurumsallaştırılması adımı eşlik etmiştir. 16 Nisan (2017) referandumuyla Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş için ilk adımın atılmasını bu noktada zikretmek gerekir. Bu adımı, önümüzdeki süreçte uyum yasaları ve 2019 seçimleri sonrasında ise devlet kurumlarının Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine uygun bir şekilde yeniden dizayn edilmesi takip edecektir. Böylece, devletin geri döndürülemeyecek şekilde demokratikleşmesi sağlanmış olacaktır.
CHP-HDP ittifakı
CHP-HDP bu sefer de yerli-milli siyasetin topluma yayılmasını engelleme mücadelesi vermektedir. Gezi’den itibaren başlayan iki parti arasındaki flörtleşme, zamanla gelişerek somutlaşmış ve 16 Nisan referandumunda “hayır” bloğu oluşumunda açıkça ortaya konmuştur. İki parti, devleti güçlendiren ve demokratikleştiren girişimlere farklı nedenlerle de olsa muhalefet etmektedir. Devletin AK Parti öncülüğünde demokratikleşmesi ve güçlenmesi her iki parti tarafından da arzu edilmemektedir. CHP için 2019 eşiğinin aşılması, devletin bir daha geri gelmeyecek şekilde elden çıkmasının kesinleşmesi anlamını taşımaktadır. Başka bir ifadeyle bu, “Yeni CHP” projesinin başarısızlıkla sonlanması demektir. HDP için ise “bağımsız Kürdistan” hayalinin hayata geçmesi için gerekli siyasi şartların tümden ortadan kalkması demektir. Toplumun çoğunluğu tarafından arzulanan bu hedeflere muhalefet etmeleri nedeniyle her iki parti de giderek toplumdaki karşılıklarını kaybetmekte ve siyaseten marjinalleşmektedir. Mevcut durumda teröre verdiği destek yüzünden milletvekilleri yargılanan, belediyelerine kayyum atanan ve liderlik krizi yaşayan HDP derin bir çıkmaz içerisindedir. CHP bünyesinde ise ciddi ideolojik tartışmaların patlak vermesi ve yerli-milli olan-olmayan üzerinden bir parçalanmanın yaşanması an meselesidir.
Sonuçta, yerli-milli siyaset devlette ve toplumda kökleştikçe her iki parti de derin bir krize doğru yol almaktadır. Umutsuz vaka haline gelen HDP’nin yürütülen harekâta açıktan mukavemet etmesi anlaşılabilir bir durumdur. Suriye’nin kuzeyinde özerk bir PKK bölgesinin inşası, HDP’nin hayallerinin yarısının gerçekleşmesi anlamını taşımaktadır. CHP’nin geri adım atması, yani harekâta destek vermesi ise milli bir meselede menfi tavrı nedeniyle sadece toplumun bütününde değil, kendi tabanında dahi karşılığını yitirme riskiyle karşı karşıya olmasından kaynaklanmaktadır. CHP’yi yerli-milli siyaset dairesine dahil olmaya zorlayan bu siyasi şartlardır. Yerli-milli siyasetin devlete ve topluma hâkim olmaya başlamasıdır. Ancak Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’nin bu daire içerisinde uzun süre kalamayacağını kestirmek zor olmayacaktır. CHP, daha önce “Yenikapı ruhu”nu terk ettiği gibi, harekâta destek çıkan milli tavrını da terk edecektir. Netice itibariyle, ülkede yerli-milli siyaset yeni “normal” haline gelirken, CHP’de olması gereken sadece bir lider değişimi değil, aynı zamanda yeni siyasi şartlarla uyumlu köklü bir zihniyet ve paradigma değişimidir. Pekâlâ, yerli-milli siyasetin “sol” bir yorumuyla toplumun önüne çıkabilir. Böyle bir değişim yaşanmadıkça CHP, HDP ile birlikte dış güçlerin ülkeye müdahalesinde maşa olmaktan kurtulamayacaktır. Ne yazık ki Türkiye de enerjisini iç çatışmalara harcamak zorunda kalacaktır.
[Star Açık Görüş, 27 Ocak 2018].