15 Temmuz darbe girişiminin ertesinde Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve diğer devlet yetkilileri tarafından dillendirilen bir cümle oldukça dikkat çekiciydi; “Türkiye bugün 15 Temmuz öncesine göre daha güçlüdür”. Bu cümle bazılarınca darbe girişiminin ertesinde söylenmiş olması sebebiyle hâl ve gidişatı toparlamak maksatlı bir retorik olarak değerlendirildi. Ancak salıyı çarşambaya bağlayan gece sabaha karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’nin Cerablus şehrine başlattıkları operasyon gerçekten de Türkiye’nin 15 Temmuz öncesine göre daha kuvvetli olduğunu dosta düşmana gösterdi.
Peki nedir Suriye’deki durum ve Türkiye ne yapmaya çalışıyor?
Her ne kadar bazı aklıevveller devletimizin Suriye politikasını “bir fiyasko” olarak nitelendirseler de, bugün gelinen nokta yaşanan bazı zorluklara rağmen Türkiye’nin Suriye meselesinde ne istediğini ve ne yaptığını bilen nadir aktörlerden birisi olduğunu ortaya koymakta. Türkiye, önceliklerini Kuzey Suriye’de PYD kontrolü altında bir yapılanmanın kurulmaması, DAEŞ’le mücadele edilmesi ve Esed rejiminin gitmesi olarak tespit etti. Ve geride kalan yıllarda da bu önceliklere uygun hareket etti.
Tabii ki zaman zaman Türkiye’nin de bunaldığı, Suriye siyasetinde zorda kaldığı anlar oldu. Fakat aynı şekilde zaman zaman da elimizin diğer aktörlere oranla daha kuvvetli olduğu anlar da oldu. Örneğin 15 Temmuz öncesinde ve sonrasında Türkiye’nin başlattığı diplomasi atağı neticesinde, Suriye denkleminde sıkışıklık aşılmış ve Türkiye farklı alternatiflere sahip bir aktör hâline gelmiştir. Her ne kadar Rusya ve İran ile Suriye vizyonlarımız büyük ölçüde örtüşmese de, diplomasiyi işletebildiğimizi, çıkarlarımızın ortaklaştığı noktalarda iş birliği yapabildiğimizi göstermiş olduk.
Benzer bir rahatlamayı ve kuvvetlenmeyi de Cerablus operasyonu ile birlikte yaşayacağımızı söylemek erken bir yorum olmaz. DAEŞ tarafından kontrol edilen Cerablus’a ve/veya PYD gibi diğer terör unsurları tarafından kontrol edilen bölgelere kara harekâtını da içeren askerî tedbirleri almak, her zaman Türkiye’nin elinde olan bir seçenekti. Ancak bu seçeneğin kullanılması için Türkiye’nin PYD, DAEŞ ve Esed rejimi olarak belirlediği öncelikli hedeflerinin seyrini göz önünde bulundurması gerekiyordu. Aslında kuyumcu terazisi titizliğinde bir risk analizi yapıldığını ve bu nedenle Cerablus operasyonun daha erken veya daha geç değil, tam da bu zamanlama ile başladığını söyleyebiliriz.
Askerî unsurların sınırı geçerek DAEŞ bölgesine – ve belki ilerleyen günlerde PYD bölgesine- bir operasyon yapması her zaman gündemdeydi. Ancak bu operasyonun askerî kayıplardan ekonomik sonuçlara kadar bir dizi komplikasyon oluşturması olasıydı. Türkiye bu komplikasyonların ortaya çıkardığı risklerin hesabını yaptı ve ulaştığı neticeyi bir kenara not etti. Kara operasyonunun gerçekleşmediği diğer seçenekte ise fiilî bir savaşın bütün kötü neticelerinden korunmuş olmak en temel avantaj hâlini alacaktı. Ancak bu avantaj beraberinde Kuzey Suriye’de PYD denetiminde bir Kürt koridorunun kurulması, DAEŞ ve diğer terör örgütlerinin sınır komşumuz olması ve Suriye tarafından Türkiye’ye yapılan saldırılar gibi maliyetler doğuruyordu.
İşte Cerablus operasyonunun neden daha erken ya da daha geç değil de dün başladığının cevabı Türkiye’nin operasyonu yapmadığı ve yaptığı şartlarda ortaya çıkacak olan maliyetlerin karşılaştırılması ile verilebilir. Türkiye, Suriye politikasında zaman zaman sıkıntılı günler yaşasa da şimdiye kadar kara operasyonuna girişmeden kendi çıkarlarını koruyabiliyordu. Bir diğer ifade ile kara operasyonu başlatmamanın maliyeti başlatmanın maliyetinden daha düşüktü. Ancak bu gelinen noktada Cerablus operasyonunu ertelemek diğeri ile mukayese edilemeyecek bir maliyet doğurmaya başladı ve Türkiye uzun bir süreden sonra bir sınır ötesi kara harekâtına girişmiş oldu.
Doğru zaman geldi ve tanklar namlularını 15 Temmuz’da olduğu gibi yanlış yöne değil bu sefer doğru yöne çevirdi. Allah muvaffak ve muzaffer eylesin!
[Türkiye, 25 Ağustos 2016].