Perşembe günü Rusya’nın ev sahipliğinde Soçi’de Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye konulu bir zirve yapılırken, Polonya’da da Amerikan Başkanı Trump’ın damadı Jared Kushner ve Başkan Yardımcısı Mike Pence tarafından düzenlenen Orta Doğu Konferansı gerçekleştirildi.
Kushner ve Pence’in Yahudi ve Evanjelik kimlikleri, Polonya’daki toplantıda Orta Doğu’ya ilişkin nelerin konuşulduğu konusunda fikir veriyor aslında. Konferansın düzenlenme gayesi, ABD destekli İsrail-BAE-Mısır-Suudi Arabistan ittifakının çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’nun şekillenmesi için atılacak adımların belirlenmesi ve bu konuda tereddütleri olan ülkelerin ikna edilmesiydi. Bu toplantının ana hedefi Filistin’e diz çöktürülmesi için hazırlanan “Yüzyılın Anlaşması” diye adlandırdıkları plan ve İran’ın kuşatılması için destek toplanması olsa da, ABD destekli söz konusu ittifakın Türkiye’nin bölge politikalarından da rahatsızlığını ifade etmek gerekir.
İsrail’in başbakan, ABD’nin başkan yardımcısı ve Körfez ülkelerinin dışişleri bakanı düzeyinde katıldığı toplantıya, önde gelen AB ülkelerinin sadece büyükelçi seviyesinde katılım göstermeleri, bu girişimi ne kadar tek taraflı ve gerçeklerden uzak bir adım olarak değerlendirdiklerinin açık göstergesi.
Filistinlilerin katılmadığı bir toplantıda İsrail-Filistin sorununun çözümünü konuşmak ya da İran’ın temsil edilmediği bir toplantıda Körfez, Suriye ve Irak sorunlarının çözümünü konuşmak ne kadar gerçekçi olabilir ki?
Soçi’de Suriye sorununun çözümü için bir araya gelen üç ülke ise, Polonya’daki toplantı yerine Orta Doğu sorunlarına gerçekçi çözüm bulma potansiyeli olan girişimleri tercih ettiklerini gösteriyor.
Belki bu ülkeler kendi aralarında İsrail, BAE ve Suudi Arabistan kadar çok iyi anlaşamıyor olabilirler.
Suriye meselesinin çözümü konusunda farklı fikirlere sahip olabilirler.
Ancak İsrail lobisinin peşine takılıp, Orta Doğu’yu daha fazla ateşe atacak dayatmaların peşinde koşmuyorlar.
İhvan’ı ortadan kaldırmak, Filistin’i yok etmek, İran’daki rejimi yıkmak gibi hedefleri yok.
Suriye’de yaşanan acıyı artık sona erdirmek için ve bulacakları çözümün kalıcı olmasını temin edebilmek için uzun zamandır görüşüyorlar. Birbirlerinin güvenlik hassasiyetlerine dikkat ederek, Suriye’de kalıcı olacak, yeniden çatışmaların alevlenmesine engel olacak ve mültecilerin geri dönmesini sağlayacak bir çözüm için çalışıyorlar.
İdlib’in geleceğinin nasıl şekilleneceği, Fırat’ın doğusunda ABD’nin çekilmesi sonrasında PKK/PYD ile mücadelenin nasıl yürütüleceği, Esad yönetiminin geleceğinin ne olacağı gibi konularda ciddi fikir ayrılıkları da var kuşkusuz.
Ama bu fikir ayrılıklarını diplomasi masasında çözmeye çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan zirve sırasında, Türkiye’nin gerek Menbiç gerekse Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD varlığı konusundaki hassasiyetlerini bir kez daha dile getirdi ve Rusya ve İran’ın Ankara’nın güvenlik kaygılarını dikkate almalarını istedi.
ABD Başkanı Trump’ın Amerikan askerlerinin Suriye’den çekileceği yönündeki açıklamalarına rağmen, bu plana karşı çıkan Pentagon’un kendisine Kongre ve medyadan ciddi destek bulduğu görülüyor.
Soçi’deki zirvenin bütün katılımcıları, ABD’nin Suriye’den çekilmesi konusunda ortak görüşe sahipler. Ancak Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından bölgenin kim tarafından kontrol edileceği konusunda çok farklı fikirlere sahipler.
Türkiye, bölgede oluşacak bir otorite boşluğunun PKK/PYD’nin işine yarayacağını düşündüğü için bir güvenli bölge oluşturulmasını ve bu bölgenin de kendisi tarafından kontrol edilmesini istiyor. Rusya ve İran ise bu bölgenin kontrolünün Şam yönetimi tarafından devralınmasını istiyor ve Adana Mutabakatı’nı hatırlatarak Türkiye’ye güvenlik garantisi veriyorlar.
Ancak Suriye’nin daha önce PKK’ya verdiği desteği hatırlayan Ankara, bu konuda başkalarına güvenmek yerine, kendi sınırının ötesindeki PKK/PYD varlığını kendisi sonlandırmayı düşünüyor. Bu durumda Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna muhtemel bir askerî operasyonunu engelleyecek tek gelişme, başkalarının harekete geçip bölgeyi PKK/PYD’den temizlemesidir.
Bunu Rusya ve İran’ın mı yoksa ABD ve NATO’nun mu yapacağının ise Ankara açısından fazla bir önemi yok.
PKK/PYD’nin hangi isimde olursa olsun bölgedeki varlığının devamına dayalı bir formüle Türkiye’nin yanaşmayacağını da bütün muhatapları biliyor.
[Türkiye, 16 Şubat 2019].