Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya turuna çıktı desek yeri.
26 gün içerisinde 6 ülkeyi ziyaret edecek. Hepsi de Türkiye'nin yakın dönem dış politika kurgusunda oldukça ilginç özellikleri olabilecek ülkeler.
Önce Hindistan, Rusya, Kuveyt, Çin sonra ABD ve Brüksel'deki NATO zirvesi. İki grup ülkeye en üst düzey diplomatik ziyaretler gerçekleşecek.
Dikkat edilecek olursa, birinci grup ülkeler uluslararası sistemin yükselmekte olan ülkeleri.
Diğer tarafta ABD ve Brüksel'e yapılacak ziyaretler Türkiye'nin klasik ilişkilerini yansıtmakta.
Bu ziyaretlerde muhtemelen farklı türde konular masaya gelecek. Siyasi ve ticari konular ele alınacak. Belki çeşitli anlaşmalar imzalanır. Ticaret ortaklarını çeşitlendirme bakımından yeni düzenlemeler ortaya çıkabilir.
Fakat bu ziyaretlerin asıl önemli boyutu sembolik ve diplomatik.
Amerika ve NATO ziyaretleri öncesinde dünyanın yükselmekte olan güçleriyle görüşmeler yapmanın her halükarda sembolik bir değeri vardır.
Özellikle Türkiye'nin batılı ortaklarıyla uzun süredir yaşadığı gerilimler düşünüldüğünde Çin ve Rusya gibi ülkelere yapılan ziyaretlerin anlamı olmadığı düşünülemez.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletin üst düzey kademelerinden defalarca bu tür açıklamalar yapılmıştı. Batılı ortakları bu tür davranmaya devam ederse pek tabii ki Türkiye de kendisine yeni ortaklıklar arayacaktır. Belki bunlar Batı ile sahip olduğu kurumsallaşmış ilişkiler gibi olmayacaktır. Ama Türkiye tek yönlü ilişkilerin kendisine aşırı yüksek maliyetleri olduğunu biliyor. Batı ile olan ilişkilerinin ana hattı olan NATO ve AB son dönemde Türkiye'ye beklenen desteği vermek şöyle dursun köstek olmak ve zarar vermek için elinden geleni yaptı.
AB ve üye ülkeler başta FETÖ ve PKK olmak üzere çeşitli terör örgütlerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Müslüman düşmanlığı, Türk düşmanlığı ve Erdoğan düşmanlığı Avrupa'da tavan yapmış durumda. Referanduma giderken Avrupa bu düşmanlığın dozajını daha da artırdı. Diğer taraftan ABD Suriye'de hala müttefikinin beklentilerine cevap vermekten uzak. Hatta PYD'yi korumaya yönelik özel bir ilgisi var. Trump dış politikaya etkili bir giriş yapana kadar da bu terör örgütüne verilen desteğin devam edebileceğini görüyoruz.
Referandum sonrası Türkiye uluslararası siyasete de sert bir giriş yaptı. Suriye ve Irak'ta Sincar ve Karaçok'a hava saldırısı yapıldı ve PKK'nın stratejik hedefleri çökertildi.
Dahası bu bölgede teröristlere güvende olmadıkları hissi verildi.
CENTCOM PYD'ye güven vermeye çalışıyor ama bu tek başına PYD için yeterli görünmüyor. Türkiye'nin farklı noktalarda hem PYD hem PKK'yı vurabileceği ortaya çıkıyor. Konuyla ilgili değerlendirmesinde Erdoğan "bir gece ansızın gelebiliriz." "Biz endişeyle yaşayacağımıza onlar korku ile yaşasın" gibi açıklamalarda bulundu. Bu çerçevede Türkiye'nin atakta kalacağını öngörebiliriz.
Bu ziyaretler bahsi geçen askeri ataklara diplomatik katkılar sunacaktır.
Çin ve Rusya gibi batı ittifakına alternatif olabilecek ülkelerle görüşmeler yapılacak. En önemlisi bu ülkelerde uluslararası siyasetin nabzı tutulacak. Ortaya çıkan dinamiklere göre Washington ve Brüksel ziyaretlerinde pozisyon belirlenecek.
Bu pozisyon Türkiye'nin batı ittifakıyla ilişkileri koparacağı anlamına gelmez.
Ama bir mesafe koyması gerekiyorsa bunun sinyallerini verecek. Klasik ortaklarına uyarıda bulunacak.
Kendisine bu muameleyi reva görmeye devam ederlerse Türkiye'nin Çin ve Rusya gibi ülkelerle işbirliğine daha da fazla yaklaşmaktan başka seçeneğinin kalmadığını açıklayacak.
16 Nisan sonrası diplomatik manevralar başladı.
Referandumdan sonra içeride rahatlayan Türkiye'nin dışarıda da rahatlayacağını bekleyebiliriz.
[Takvim, 1 Mayıs 2017].