Türkiye ve İsrail arasında bir süredir normalleşme müzakereleri devam ediyor. Mavi Marmara baskınından sonra diplomatik olarak kopan ilişkilerin yeniden canlandırılacağına dair kuvvetli emareler var. Yürütülen müzakerelerle hedeflediğinin ise iki ülke arasında normalleşme sağlanması olduğu ifade ediliyor. Sorun tam da burada başlıyor. Normalleşmeden kasıt ne? Görüşmelere dair İsrail basınına sızdırılan bilgiler dışında çok ayrıntı bilinmiyor, yine de sıklıkla kullanılan normalleşme kelimesi fazlasıyla izaha muhtaç. Aksi halde her iki tarafta da beklentiler yükselebilir veya hayal kırıklıkları yaşanabilir.
Normalleşme en basit ifadeyle iki ülke arasında çeşitli sebeplerden ötürü kesintiye uğrayan diplomatik ilişkilerin yeniden canlandırılması anlamına geliyor. Mavi Marmara sonrasında iki ülke de büyükelçilerini çekmişti. Aslında Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun İsrailli mevkidaşı Dore Gold ve Netanyahu’nun Özel Temsilcisi Joseph Ciechanover ile bağlantı kanallarını hep açık tuttuğu anlaşılıyor. Roma, Cenevre, Zürih ve en son Londra’da iki taraf birçok defa bir araya geldi. Çıkan haberler büyükelçilerin yakında tekrar işlerinin başına geçebileceği yönünde. Yani eğer normalleşmeden kasıt büyükelçilerin gönderilmesiyse, bu çeşit bir normalleşme mümkün, dahası çok yakında da gerçekleşebilir.
Fakat normalleşmeden kasıt bölgesel meselelerde işbirliği, sürdürülebilir bir ilişki kurmak, toplumsal ilişkileri artırmak ve STKlar arasında kooperasyonu sağlamak gibi daha derin bir gündem ise daha yürünecek çok uzun bir yol var ve bu mevcut şartlar dâhilinde mümkün de olmayabilir. Defalarca yazdığımdan dolayı iki ülke arasındaki ilişkilerin Filistin meselesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu söylemeye ihtiyaç hissetmiyorum. Yalnız yukarıda saydığım doğrultuda ekstra hedeflerle gerçek manada normalleşme sağlanmadan yüzeysel normalleşmenin de sürdürülebilir olmadığını söylemek lazım. Yani toplumsal ilişkiler artırılmadan, bölgesel meselelerde ortak zeminler bulunmadan en temel diplomatik ilişkilerin bile sürdürülmesi oldukça zor. 2010 bunun en bariz örneklerinden. İki ülke eğer ilişkilerinde normalleşme sağlamak istiyorsa daha fazlayı hedefleyip çok daha azına kanaat getirmeyi öğrenmeli.
Filistin her şeyin merkezinde duruyor fakat Filistin dışında sorunlar da oldukça çok. 2010’dan beri iki ülke kamuoyu da ilişkilerin kopuk olmasına alıştı ve ilişkileri hayati bulmuyor. An itibarıyla her iki kamuoyunda normalleşme konusunda çok da motivasyon yok. Her iki taraf da kamuoyunu normalleşmenin ülkelerinin hayrına olduğu konusunda ikna etmesi gerekiyor. Hangi tarafın diğerine daha fazla ihtiyacı olduğu şeklindeki analizler iki tarafta da yapılıyor. İsrail tarafı Türkiye bize daha fazla muhtaç, Türkiye tarafı ise İsrail bize daha fazla muhtaç diyor. Meselenin bu kadar sığ analizlere boğulması iyiye işaret değil. Nihayetinde iki ülke defalarca görüşmüşlerse her ikisinin de stratejik bir takım beklentileri vardır ve bu beklentiler birbiriyle yarıştırılabilecek kadar rakamsal da değildir.
Her iki ülkede de birbiriyle alakalı analiz seviyesi yerlerde geziyor maalesef. İsrail, Türkiye’yi neredeyse 20 sene geriden takip ediyor. Türkiye uzmanlarının ciddi bir güncellenmeye ihtiyacı var. İsrail basını, Türkiye’yi Batı’da yaygın kalıpları kendi ön kabulleriyle bulayıp kamuoyuna sunuyor. Yeni yetişen nispeten genç Türkiye analistleri var ama onlar da Türkiye’ye ilişkin kalıpları aşamayan tartışmalardan fazlasıyla etkileniyor. Türkiye’de ise İsrail en çok bilindiği zannedilen ama en az bilinen ülkelerden. Herkes İsrail "uzmanı". Oysa İsrail Türkiye için hâlâ koca bir bilinmeyen. Ezberlerin ötesinde İsrail çalışmasına şiddetle ihtiyaç duyuluyor. Başta bu sorunu çözmeden normalleşme yüzeysellikten öteye geçemeyecek gibi görünüyor.
[Akşam, 15 Nisan 2016].