Bugünlerde yatıp kalkıp Cenevre’yi konuşuyoruz. Allah’tan Türkiye’de ve Suriye dosyasını yakından takip eden mecralarda Cenevre’den beklentiler oldukça düşük olduğundan, adına müzakere dedikleri orta oyununun dondurulması kimsede hayal kırıklığı yaşatmadı. En başından beri sorunlu olan Cenevre görüşmeleri, görmek isteyen çevreler için Esed ve katliam ortaklarının ne kadar ciddiye alınabileceğini göstermesi açısından önemliydi. Fakat Esed’i bu kadar cesaretlendirip pervasızlaştıran da görmesi gerekenlerin Esed’in gayri ciddiyetini bir türlü görüp, ona göre adımlar atmamasıydı.
Mesele Suriye’de çatışmalardan bir çıkış yolu bulmak olunca hep ‘Suriye’de askeri çözüm mümkün’ değil denir. Bu lafı son zamanlarda ABD Dışişleri Bakanı çok muazzam bir analize imza atmışçasına fazlasıyla tekrarlar oldu. Eğer bu analiziyle Suriye’de nihai olarak tarafların hak ve geleceğini, hâkimiyet haritasını ve düzenlemeleri askeri operasyonlar değil siyasi müzakereler belirleyecek demek istiyorsa kısmen hak vermek mümkün. Elbette her savaşın bir ateşkesi ve barış anlaşması olacak. Yalnız Kerry gibi birçoklarının ısrarla kaçırdığı, görmezden geldiği, kulak tıkadığı ve hatta pişkin pişkin yok saydığı gerçeklik ise, o nihai siyasi müzakere masasına gelmeden askeri olarak atılacak adımlar müzakere masasının bütün yapısını, tarafların hareket kabiliyetini, uluslararası hamilerin desteğinin sınırını kısacası ülkenin kaderini belirleyecek.
Bu gerçekliğe Esed rejimi ve katliam ortakları tüm dikkatleriyle iman etmiş durumdalar. Yani Suriye muhalefetini desteklediğini iddia edenler başta ABD olmak üzere muhalefete ‘teslim ol, kurtul’ çağrıları yapıp, ‘masaya oturun, siyasi çözüm bulalım’ naifliğimi desem, kurnazlığı mı desem, bin bir türlü oyunla meşgulken Esed ve katliam ortakları ise İsrail gibi sahada askeri olarak kendi gerçekliklerini yaratma gayreti içerisinde. Doğrusunu söylemek gerekirse alanı bu kadar boş bulduklarından ve hiçbir kutsalları ve korktukları bir tanrıları olmadığından, ‘şiddet yeterince kullanılırsa fayda sağlayabilir’ iddiasını Suriye’de hava saldırılarıyla, sivil katliamlarla kanıtlıyorlar.
Halep’le Türkiye’nin bağlantısının koptuğu anlarda Kerry, başka bir zeka küpü analizine başvuruyor ve ‘Şam ve Moskova, Suriye’de askeri çözüm arayışı içerisinde’ diyor. Bu muhteşem (!) analize bizim Anadolu insanının tabiriyle ‘Ha şunu bileydin!’ demek lazım. Esed’in veya Moskova’nın siyasi çözümden anladıklarının, muhalefetin teslim olması ve uluslararası toplumun birleşip teslim olmayan muhalefeti birlikte temizlemesi olduğunu bilmek için Suriye uzmanı olmaya gerek yok. İşte o zaman Esed-Rusya-İran üçlüsü hamisi oldukları DAİŞ’e ‘görevinizi tamamladınız, artık başka isimle başka değişim aktörlerinin başına bela olabilirsiniz’ diyecek.
Kerry’nin 5 sene sonra dillendirebildiği bu gerçeklik, Suriye halkının 5 senedir günlük hayatlarının bir parçası. Sorun ise Kerry’nin bence başından beri bilmesine rağmen kılını kıpırdatmadığı bu gerçeklik karşısında yine kılını kıpırdatmayacak olmasıdır. Tam da bu sebepten Esed-Rusya-İran üçlüsünün Cenevre’yi, insan hayatını, insan onurunu önemsemesi için hiçbir sebep kalmıyor.
BM’yi Suriyeliler kurmadı. İnsan hakları sözleşmelerini, bu sözleşmelerin devletler üzerinde oluşturduğu sorumluluklara ilişkin maddeleri de Suriyeliler yazmadı. ‘Ya bu deveyi güdün ya da bu diyardan gidin’ diyeceğim ama BMGK üzerinden dünyayı yönetenlerin ne deveyi ne de diyarı umursadıkları var. Bu uluslararası umursamazlığı bir veri olarak kabul edip yol haritası çizilmeli. Esed kanla bir örnek üretti, bu örneği takip edecek diktatörler dünyanın başına daha çok dert açacak. Eğer dünyanın umurundaysa…
[Akşam, 5 Şubat 2016].