Uluslararası ilişkilerde hiçbir zaman tarihin sonu yoktur.
Bütün konular her zaman kapağı tekrar açılabilecek dosyalardır.
Bir şey olup bitmez. Sürer.
Tekrar tekrar farklı formlarda gündeme gelir. Hele tarihi on yıllara ve yüzyıllara dayalı mücadele alanları tek bir hamleyle sonlanmaz.
Bunu zaman zaman hatırlatmaya çalışıyorum.
Mesela terör denen olgunun kökünün kazınması gibi bir şey yoktur.
Sadece idare edilebilir bir düzeye çekmek için mücadele etmek gerekir. Bazen ilerleme kaydedersiniz bazen geri gidersiniz. Ama tarihin sonunu getirivermek yok.
Aynı şey Suriye için de geçerli.
Bazıları Suriye iç savaşını "çözüm" kavramı etrafında düşünüp tartışıyor.
Hâlbuki Suriye'de doğru mantık mücadeleyi merkeze almaktır. Astana süreci olur. Cenevre süreci olur.
Süreçler ve müzakereler bitmez. Fakat Suriye'nin geleceğine karar verecek olan tek bir barış anlaşması olmayacak.
Tek bir anlaşmayla Suriye'nin kaderi belli olmayacak. Suriye'nin kaderini savaş belirleyecek. Ve o savaş anlık bir çatışmayla kazanılıp kaybedilmeyecek.
Devlet başkanları veya askerler zaman zaman bu yanılgıya düşerler. Bir şehri alınca veya kaybedince her şeyin değişebileceğini düşünürler. Hâlbuki o şehrin kaybedilmesi kendi başına bir faktör değildir. Savaşın genel gidişatı çerçevesinde doğal bir sonuçtur. Savaş o şehir yüzünden kaybedilmez. Savaş kaybedildiği için o şehir kaybedilmiştir.
Savaşın ve mücadelenin kendisine değil zaman ve mekana anlık yatırım yapanlar savaşın çok boyutlu doğasını ve siyasal amacını kavrayamadıkları için böyle odak kaymalarına maruz kalırlar. Napolyon Moskova'yı alır ama savaşı kaybeder.
Çünkü mücadelenin siyasal hedefine değil askeri hedefine odaklanır. Moskova'yı fethedince savaşı da kazanacağını sanır.
Halbuki uluslararası siyasette savaş da, barış da, referandum da, terör de hepsi birer araçtır. Asıl siyasal hedefin aracı.
Büyük hedeflere değil çözüm illüzyonuna yatırım yapanlar zarar görür.
Aynı durum Irak ve Kuzey Irak için de geçerli. Irak Savaşı yeni başlamadı.
2003'te de başlamadı. 1991'de başladı.
Barzani meselesi bu haftanın değil on yılların meselesi. Kerkük yüzyıllık bir mesele. Bir referandumla kaderi baştan aşağı değişmez. Veya bir şehrin düşmesi tek başına mücadelenin doğasını da dönüştürmez. Mücadele devam eder. Ve mücadelenin devam edeceği gerçeğine göre kendini ayarlayanlar anlık çözüm arayanlardan daha az zarar görür.
Türkiye bugün referandum konusunu da, Barzani'nin bağımsızlık meselesini de, Irak'ın toprak bütünlüğünü de, Suriye'deki PYD yapılanmasını da, kendi içindeki PKK sorununu da tüm Ortadoğu gerçekliğinin bir parçası ve devam eden mücadelenin bir aşaması olarak görmeli.
Bütün bu alanlara cevap verebilecek anlamlı, tutarlı ve uygulanabilir stratejiler oluşturmalı.
Aksi takdirde anlık reaksiyonlarla savrulmak kaçınılmaz olur. Bu son referandum örneği oldukça öğretici oldu. Güvenlik ve dış politikanın temel parametrelerini birileri bile isteye kurcalamak istiyor. Türkiye'nin temel stratejik hedeflerini tartışmalı hale getirip kafa karıştırmaya çalışanlar var. Öte taraftan Türkiye'nin nihai hedefinin ne olduğunu kavramayan bürokratlar da olabilir. Basında bile benzer bir kafa karışıklığı doğar. Sonra kimse doğru düzgün pozisyon alamaz hale gelir. Türkiye'nin değil başkalarının sözcülüğünü yapan kanallar etkinlik kazanır.
Bu anlamda siyasetin öncü bir rol oynaması gerek. Türkiye'nin tüm ulusal güvenlik ve dış politika alanlarını kavrayacak bir perspektif ortaya konulmalı. Türkiye'nin siyasetçileri, bürokratları, gazetecileri ve vatandaşları kimin dost kimin düşman olduğu hakkında kafa karışıklığı yaşamamalı.
[Takvim, 27 Eylül 2017].