25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan devrim süreci, seçilmiş ilk ve tek sivil cumhurbaşkanının henüz birinci yılında, darbe sonucu görevinden uzaklaştırılması ve ülkenin bir cunta tarafından yönetilmeye başlaması ile sonuçlandı. Devrim’in başladığı tarihten bugüne binlerce insan yaşamını yitirdi, on binlerce kişi yaralandı, yüz binlerle ifade edilebilecek insan hakları ihlali gerçekleşti. Mısır halkı daha fazla demokrasi için çıktığı yolda Mübarek dönemine göre daha baskıcı bir rejimle karşı karşıya kaldı.
GÜVENLİK DEVLETİ
Şüphesiz Mısır’da demokrasi ve insan hakları mücadelesi son yıllarda ortaya çıkmadı. Ülkedeki bağımsızlık yanlılarının önünü kesmek için İngiltere güdümünde bir krallığın kurulduğu 1922’den beri Mısır’da hak ve özgürlük mücadelesi sürüyordu. Siyasal haklar ise ilk mücadele alanı idi. 30 yıl süren çalkantılı ve temsiliyeti zayıf krallık döneminin ardından Hür Subayların gerçekleştirdiği askeri darbeyle kurulan cumhuriyet, demokratik bir düzene geçiş için önemli bir fırsat idi. Ancak tüm siyasi partilerin kapatılarak “Sosyalist Birlik” ismi altında tek partili bir siyasi dönemi başlatan bu yeni rejim, demokrasi değil güvenlik ekseninde inşa edildi.
Buna paralel bir biçimde güvenlik eksenli Mısır Cumhuriyeti askeri vesayetin hâkim olduğu bir rejim oldu. Cemal Abdunnasır’dan itibaren Mısır’ın tüm cumhurbaşkanları, seçilmiş ve serbest seçimlerle iktidara gelen Muhammed Mursi dışında, asker kökenli kişiler arasından gelirken, vali ve kaymakamların çoğunluğu da polis veya asker emeklilerinden oluştu. Tıpkı Baas rejimi altındaki Suriye’de olduğu gibi, Mısır’da da devlet kurumlarında atamalar liyakate göre değil güvenilirlik esasına göre yapıldı.
OLAĞANLAŞAN OLAĞANÜSTÜ HAL
Askeri vesayetin ve ordunun ayrıcalıklı konumunun başta İhvan olmak üzere ülkedeki muhalif kesim ve sivil toplum tarafından eleştiriye uğraması karşısında rejim, Sedat döneminden itibaren ilan ettiği olağanüstü hal uygulaması ile muhalefetin güçlenmesini engellemeye çalıştı. İnsanların mahkeme önüne çıkarılmaksızın süresiz olarak alıkonulduğu, gösterilerin gerekçe göstermeksizin yasaklandığı, temel haklar ve özgürlüklerin “güvenlik” gerekçesiyle askıya alındığı Mısır’da uygulanan bu politikalar polis devletinin kökleşmesine yol açtı.
Uluslararası insan hakları belgelerine taraf olma ve insan hakları alanındaki yasal düzenlemeler hususunda 1960’lardan itibaren kâğıt üstünde düzenli bir gelişme olmasına karşın, bu durumun Mısır halkının gündelik ve siyasi hayatına etkisi yok denecek kadar azdı. 1981-2011 dönemindeki Hüsnü Mübarek iktidarının tamamının olağanüstü hal uygulaması altında geçmesi nedeniyle ağır insan hakları ihlalleri sistematik bir hal aldı. Sadece bir örnek vermek gerekirse, insan hakları örgütleri Mısır’da devrim öncesi 5 ila 10 bin arasında kişinin idari gözaltı çerçevesinde herhangi bir yargı kararı olmaksızın 10 yıldan uzun süredir tutuklu bulunduğunu tahmin ediyordu.
Mübarek döneminde zaman zaman muhaliflerin Meclis’e girebildiği ya da sivil toplumun önündeki yasal mevzuatın hafiflediği görülse de, demokrasinin gelişimi rejime alternatif olabilecek muhalif bir hareketin büyüdüğü oranda geriledi. Muhaliflerin askeri mahkemelerde yargılanmasının artarak sürdüğü, gazete ve televizyonların yüzde 90’ının Hükümet kontrolünde olduğu ülkedeki anti-demokratik uygulamalar, Soğuk Savaş sırasında uluslararası toplumca göz ardı edildi. Batılı ülkeler için Mısır’ın demokratik bir ülke olmasından ziyade, Sedat sonrasında SSCB’den uzaklaşarak Batı ile ilişkilerini geliştiren ve İsrail ile barış yapan bir müttefik olması daha öncelikli idi.
DEVRİM VE KATLİAM
Mübarek devrindeki otokratik yönetim, ihlaller, yolsuzluk ve baskı altında sürerken başta İhvan olmak üzere “Kefaye” ve “6 Nisan Gençlik Hareketi” gibi oluşumlar muhalif çalışmalarını sürdürdü. Bu oluşumların büyük fedakârlıkları ise 25 Ocak 2011’de devriminin filizlenmesine yol açtı. Tüm bu süreç boyunca dile getirilen şu talepler muhalefetin iktidar değil adalet istediğinin bir göstergesi idi: Olağanüstü halin kaldırılması, herhangi bir suçlamada bulunulmadan idari gözaltı kararı ile hapsedilen binlerce tutuklunun serbest bırakılması, serbest seçimlerin yapılması vs.
Devrim süresince yüzbinlerce Mısırlının meydanları boşaltması için bir yandan göstermelik kabine değişikliği yapan Hükümet diğer yandan göstericilere karşı şiddet kullanarak korku yaratmayı amaçladı. Polis, asker ve istihbarat birimlerinin yanı sıra “Baltacı” olarak da bilinen paramiliter güçleri kullanan rejimin sadece 25 Ocak-11 Şubat 2011 tarihleri arasındaki saldırılarında 846 kişi öldürüldü, 6 bin 467 kişi yaralandı. Devrim sırasında isyancıların İskenderiye’de bulunan istihbarat merkezini ele geçirmesiyle alıkonulma merkezlerinde uygulanan işkence de en açık biçimde ortaya çıkmıştı. Göstericiler binada yaptıkları incelemede yerin altında penceresiz küçük hücreler ve işkence aletleri bulmuştu.
Mısır’da devrim sırasında işlenen suçlar geçmişe kıyasla çok daha kapsamlı bir şekilde raporlanabildi. Buna karşın ne binlerce insan hakkı ihlali emri veren Devlet Başkanı ve ilgili Hükümet üyeleri ne de bu suçları işleyen güvenlik güçleri bu zamana kadar etkin bir soruşturma sonucu yargı önüne çıkarılıp ceza almadı. Mübarek hakkında açılan davalar cunta rejimi döneminde beraatla sonuçlanırken, birkaç tanesi dışında hakkında dava açılan polis memuru olmadı.
DİKTATÖR GİTTİ, DİKTATÖRLÜK SÜRDÜ
Mübarek’i koltuğunda tutmayı başaramayacağını gören ordu, askeri vesayeti sürdürmek için onu iktidardan indirdi ancak süreci kendi kontrolü altına alarak devrime ilk darbeyi vurdu. Ülkeyi altı ay içerisinde sivillere teslim edeceği sözünü çiğneyip yasama yetkilerini de üzerine alarak yaklaşık bir buçuk yıl hüküm sürdü. Mısırlı aktivist ve blog yazarı Maikel Nabil Sanad’ın dediği gibi “Devrim diktatörden kurtulmayı başardı, ancak diktatörlük sürüyordu.”
Yüksek Askeri Konsey (YAK) döneminde 25 Ocak Devrimi örtük bir biçimde sonlandırılmaya çalışılırken insan hakları ihlalleri hiç durmadı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin hazırladığı raporda da keyfi tutuklama, sistematik işkence ve kötü muamelenin bu dönemde de sürdüğü dile getirildi. 28 Ocak-29 Ağustos 2011 arasında tutuklanan 11 bin 879 kişi ve hüküm giyen 8 bin 71 kişi bunun göstergelerinden biriydi.
YAK’ın ardından göreve gelen Mursi döneminde ülkenin demokratikleşmesi ve sivilleşmesi sürecinde atılan adımlardan bazılarında başarılı olunurken, bazılarında çeşitli sebeplerden dolayı geri adım atılmak durumunda kalındı. Mısır’ın serbest seçimle başa gelen ilk devlet başkanı, görev süresinin henüz ilk yılı dolduğunda, karşıt grupların gösterilerini fırsat bilen ordu tarafından iktidardan düşürüldü. Böylece Mısır halkı, henüz devrim sırasında yaşanan katliamın hesabını soramadan tarihinin en karanlık dönemine girdi.
ASKERİ VESAYETİN DÖNÜŞÜ
Ordu’nun yönetime el koymasını kabul etmeyen İhvan ve diğer siyasi grupların gösterilerine çok sert karşılık verildi. 8 Temmuz 2013 Cumhuriyet Muhafızları Katliamı, 27 Temmuz 2013 Manassa Katliamı, 14 Ağustos 2013 Rabia Katliamı, 16 Ağustos 2013 Ramses Meydanı Katliamı, cezaevlerindeki toplu cinayetler darbenin ilk altı ayında meydana gelen katliamlardan sadece belli başlı olanları.
Meşruiyeti olmayan darbe yönetimi gerçekleştirdiği katliamlar ve infazlar ile iki hedefe ulaşmak istiyordu. Birincisi, meydanları boşaltarak darbe sonrasında yönetilemez hale gelen ülkede görünürde de olsa normalleşme sağlamak;ikincisi İhvan ve darbe karşıtı diğer siyasi grupları şiddet sarmalı içerisine çekerek onları şiddetle bağdaştırmak ve böylece onlara karşı kullandığı şiddeti meşrulaştırmak. İhvan ve diğer siyasi gruplar cuntanın şiddetine şiddetle karşılık vermedi ancak başka bir örgüt, DAEŞ, cunta sonrası Mısır’da gücünü ve terör eylemlerini hızla artırdı.
Darbenin ilk aylarındaki katliamlar daha sonra azalsa da siyasi muhaliflerin evlerinden ya da sokaktan kaçırılarak gizli alıkonulma merkezlerinde tutulması, zorla kaybetme, sistematik işkence ve infaz gibi ağır insan hakları ihlalleri rutin hale geldi. Bugün Mısır’da resmi ve gayri resmi cezaevleri ve alıkonulma merkezlerinde 20 ila 40 bin arasında siyasi mahkûmun olduğu tahmin ediliyor.
GIYABİ YARGILAMA
Öldürülen binlerce muhalif, on binlerce işkence ve tecavüz vakasına rağmen kamu görevlilerini korumak amacıyla uygulanan cezasızlık politikası sürüyor. Bu konuda harekete geçmeyen yargı, bir başka vesayet aracı olarak muhalifleri sindirmek için kullanılıyor. Ekim 2014’te yayımlanan bir Başkanlık Kararnamesi ile sivil göstericilerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önü açılırken, darbenin sadece ilk yılında aralarında Mursi ve Muhammed Bedii’nin de bulunduğu bin 247 kişiye idam cezası verildi. Çoğu zaman gıyabında ve avukatsız yapılan yargılamalar sırasında ise adil yargılanma hakkının en temel gereksinimleri dahi karşılanmadı.
Bugün Mısır’da DAEŞ saldırıları sonrası barışçıl bir muhalefet ve direniş sergileyen İhvan ve 6 Nisan Hareketi yasaklanırken, bu saldırılar bahane edilerek yeni çıkarılan terörle mücadele ve gösteri kanunları ile muhalefet sindirilmeye çalışılmakta. Pinochet’nin 13 yılda gerçekleştirdiği ihlalleri iki yılda gerçekleştirmesine rağmen, cunta rejimi ve Sisi uluslararası kamuoyunca meşru olarak görülmekte. Başta Batılı ülkeler olmak üzere uluslararası kamuoyunun şiddeti bir araç olarak kullanmayarak, demokratik yollardan iktidara ulaşan İslami bir örgütün darbe ile indirilmesi karşısında takındığı bu tutum ise ikiyüzlülükle tanımlanabilir.
Tablo karamsar, ancak Mısır halkı ayağa kalktığında neler başarabileceğini 2011’de gösterdi. Demokratik bir rejimin Mısır’ın geleceğinde yer bulabilmesi için Mısırlıların yürüttüğü sivil ve barışçıl mücadeleye destek vermek ve teşvik etmek gerekmektedir. Bu uğurda yaşamını yitiren on binlerce insanın bir hiç uğruna ölmediğini göstermek açısından bu elzemdir.
[Star Açık Görüş, 31 Ocak 2016]