Türkiye mülteci yükünü artık tek başına kaldıramayacağını söyleyip yardım çağrısında bulunuyor. Bunun için Avrupa’yı harekete geçireceğini umduğu bazı adımlar atıyor ancak diyalog kapılarını da sürekli açık tutuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’nın ardından Brüksel’de AB liderleri ve NATO Genel Sekreteri ile görüşmesi bu çabanın göstergesi.
Ancak Avrupa medyasına baktığımızda, meselenin ciddiyetini hiç anlamadıklarını ya da anlamak istemediklerini gösteren bir tavır içerisinde olduklarını görüyoruz.
Hâlâ bu mesele üzerinden Erdoğan’ı karalama kampanyasını sürdürüyorlar.
Avrupa Erdoğan’a teslim olmamalıymış, Erdoğan’ın mültecileri bir silah olarak kullanmasına müsaade etmemeliymiş, mülteci meselesinde geri adım atmamalıymış vs. gibi yorumlar neredeyse bütün AB çevrelerinde ağırlıkta.
Bugüne kadar mülteci haklarını en fazla savunduğu düşünülen sol partilerden bile bu meselede aynı söylemleri duyuyoruz.
Görünen o ki, Türkiye’yi mülteci meselesinde "günah keçisi" olarak seçmişler!
Kendi ülkelerinde yükselen mülteci düşmanlığı ve ırkçılığa çare bulmak yerine kolay olanı tercih ediyorlar.
Bundan sonraki seçimlerde mülteciler yüzünden oy kaybetmek istemiyorlar. Ama artık aşırı sağ partiler gibi mülteci karşıtı olduklarını açıkça söyleyecek cesaretleri de yok.
İşte tam da bu noktada Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan kurtarıcı olarak devreye giriyor.
“Mültecilere kapıları kapatırız, bu tavrımızı da Erdoğan’a yıkarız” fırsatçılığı içerisindeler.
“Erdoğan’ın mültecileri Avrupa’ya karşı silah olarak kullanmasına izin vermeyeceğiz deriz, böylece aslında mültecileri zaten almak istemediğimize dair niyetimizi kimse anlamaz” kurnazlığı içinde tilkiler.
Böyle söyleyince, Yunanistan’ın sınırda mültecileri öldürmesi, darp edip paralarına ve eşyalarına el koyup Türkiye’ye geri göndermesi, kayıt altına almadan sınır dışı etmesi, Ege adalarında kontrolü ele geçiren ırkçıların mültecileri, yardım kuruluşları ve medya mensuplarını darp etmesi, Yunan sahil güvenlik botlarının mülteci botlarını batırmaya çalışması meşru oluyor.
Bütün bunları daha etkili bir şekilde yapması için 700 milyon avro yardım göndererek Yunanistan’ı destekleme kararı aldılar.
Bu para da ulaşınca Yunan güvenlik güçleri daha fazla mülteci botunu batırabilecekler, daha fazla mülteciyi dövebilecek, öldürebilecek ve “kutsal” AB sınırlarından uzak tutabilecekler!
Kuşkusuz AB bütün bunları mülteci karşıtı olduğu için yapmıyor! Sadece Erdoğan’ın mültecileri silah olarak kullanmasını önlemek için yapıyorlar!
Yoksa, mültecileri çok seviyorlar!
Peki, mülteciler konusunda altına imza attıkları uluslararası sözleşmeler ne olacak?
Başka ülkeleri insan hakları konusunda taciz etmeleri ne olacak?
Mültecilerin korunmasına dair uluslararası sözleşmelerden ayrılacaklar mı? Artık başka ülkeleri insan hakları eksikliğinden dolayı suçlamayı bırakacaklar mı?
Kuşkusuz hayır.
Hem sınırlarına dayanan mültecileri vazgeçirmek için her türlü şiddeti uygulamaya devam edecekler hem de utanmadan başka ülkelere insan hakları ve demokrasi dersi vermeye devam edecekler.
Nasıl olsa onların raporlarını okuyup kendi ülkesinden nefret eden bir kitleyi her zaman bulabiliyorlar.
Tehlikeli sular
Ege’nin suları mülteciler için nasıl tehlikeliyse, Suriyeli mülteciler konusunda izlediği ikiyüzlü politika da AB için o kadar tehlikeli aslında.
Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan konusundaki ideolojik körlüklerinden kurtulabilseler bu tehlikeyi görecekler mutlaka.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın asıl niyetinin mültecileri Avrupa’ya göndermek değil, Suriye’de oluşturulacak güvenli bölgeler vasıtasıyla evlerine dönmelerini sağlamak olduğunu göremeyecek kadar anlayışsız olamazlar.
Hem Suriye’den yeni mülteci gelmemesi için mücadele eden Türkiye’yi Rusya-İran-Esad blokunun karşısında yalnız bırakıyorlar ve Suriye’de mülteciler için güvenli bölgeler oluşturulmasına destek vermiyorlar hem de bütün mültecilerin yükünü Türkiye’nin tek başına çekmesini istiyorlar.
Bu kadar ağır yükü tek başına kaldırmakta zorlanan Türkiye sınır kapılarını açtığı zaman da “Erdoğan mültecileri bize karşı silah olarak kullanıyor” diyorlar.
Bu tavrın iyi niyetle açıklanması mümkün değil.
Koronavirüs tehlikesinin de yaygınlaştığı bir dönemde Avrupa’nın, mültecilerin evlerine dönmesini mümkün kılacak adımlara destek vermek yerine, Türkiye’nin bu sorunu ortak çözme konusundaki çağrılarına kulaklarını tıkaması anlaşılır gibi değil.
[Türkiye, 11 Mart 2020]