SETA > 5 Soru |
5 Soru Avusturya Seçimleri

5 Soru: Avusturya Seçimleri

Avusturya’da seçime gidilmesinin sebebi nedir? Seçim sonrasında olası hükümet seçenekleri nelerdir? Seçimin Türkiye diasporası ve Müslümanlara etkisi nasıl olur? Muhtemel bir aşırı sağcı koalisyonun Avrupa’nın siyasal geleceğine etkisi olur mu? Seçimin ardından Türkiye-Avusturya ilişkilerinde ne gibi gelişmeler beklenebilir?

  1. Avusturya’da seçime gidilmesinin sebebi nedir?
Kısaca İbiza Skandalı olarak bilinen ve Temmuz 2017’de gizlice kaydedilen bir videoda Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) lideri ve Başbakan Yardımcısı Heinz Christian-Strache’nin kendisini Putin yakını bir Rus oligarkın yeğeni olarak tanıtan Letonya vatandaşı bir kadınla gerçekleştirdiği skandal görüşme görüntüleri Avusturya’da hükümetin düşmesine neden olmuştu. Bir istihbarat operasyonu izlenimi söz konusu müdahale sonucu bir süredir başta Almanya olmak üzere Avrupa kurulu düzen temsilcileri tarafından istenmeyen aktör olarak görülmekte olan Strache bertaraf edilmişti. Akabinde yaşanan gelişmelerden istifade etmek isteyen Avusturya Halk Partisi (ÖVP) Başkanı ve Başbakan Sebastian Kurz siyasi manevralarla durumdan azami faydayı sağlayarak hükümeti sürdürmek istedi. Bu noktada Kurz, görevlerinden istifa eden Strache ile büyük olasılıkla skandalı açığa çıkaran çevrelerin isteği doğrultusunda kabinede yer almasını istemediği FPÖ’lü İçişleri Bakanı Herbert Kickl’siz yeni bir başlangıca odaklanmıştı. Fakat Kickl konusunda FPÖ’nün diretmesiyle Parlamentoda Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) tarafından getirilen ve FPÖ tarafından da desteklenen bir gensoru ile Kurz başkanlığındaki ÖVP-FPÖ hükümeti düşmüş oldu. Böylelikle Sebastian Kurz, 525 gün ile 1945 yılından günümüze kadar görev yapan başbakanlar arasında en kısa süreli bu görevi üstlenen kişi oldu. Yine Kurz’un, ilk kez gensoru ile düşürülen başbakan ünvanının da sahibi olduğunu belirtmeliyiz. Bu gelişmelerin ardından Kurz görevi Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’e iade etti ve 29 Eylül 2019 tarihinde bir erken seçim yapılması kararlaştırıldı. Akabinde seçimlere kadar ülkeyi idare etmek üzere Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Brigitte Bierlein başkanlığında bir teknokratlar hükümeti kuruldu.

 

  1. Seçim sonrasında olası hükümet seçenekleri nelerdir?
Avusturya kamuoyunu yakından takip edenlerin de bildiği gibi genel kanı seçimlerden Sebastian Kurz liderliğindeki ÖVP’nin birinci parti olarak çıkacağıdır. Yine genel kanı ikincilik mücadelesinin SPÖ ile FPÖ arasında geçeceğini öngörmektedir. Dördüncü ve beşinci sırayı da Yeşiller ile NEOS partilerinden birinin alacağı öngörüsü hemen hemen kesin olmakla beraber sıralamanın nasıl şekilleneceği aynı kesinlikle ifade edilememektedir. Bu çerçevede en güçlü olasılık olarak görünen ÖVP-FPÖ koalisyon hükümetinin oluşumu için görünürdeki en büyük zorluk ÖVP lideri Sebastian Kurz’un eski İçişleri Bakanı Herbert Kickl’ın kabineye dahil edilmesine karşı çıkmasıdır. Bu noktada Kurz’un geri adım atması siyaseten mümkün görünmemektedir. Görünürde FPÖ de bu meselede taviz vermeyeceğini ifade ediyorsa da olası koalisyon görüşmelerinde geri adım atacağını düşünmek akla yatkındır. Bu noktada seçim sonuçlarının ÖVP’siz bir hükümet modeli olasılığını ortaya çıkarması durumunda ise FPÖ’nün bu noktada Kurz’u zorlayacağını söyleyebiliriz. Kurz için en ideal hükümet modelinin Kickl’in dahil olmadığı, adeta “dişleri sökülmüş” bir FPÖ’nün küçük ortaklığındaki bir hükümet olacağı açıktır. Tıpkı seçimler öncesinde olduğu gibi işlerin kendi istediği gibi gitmeyeceğini hissettiği anda FPÖ’yü köşeye sıkıştırarak hükümeti bozma imkanının olduğunu düşünen Kurz’un, bu taktiğinin Avusturya kamuoyunda daha kaç kez kabul göreceğini öngörmek şimdilik mümkün değil.

ÖVP-FPÖ koalisyon hükümeti modeli dışında muhtemel hükümet modelleri olarak ÖVP-SPÖ, ÖVP-Yeşiller-NEOS, ÖVP ve Yeşiller’in alacakları oyların yetmesi durumunda bu ikilinin ve daha zayıf ihtimal olarak da SPÖ-Yeşiller-NEOS ile SPÖ-FPÖ-NEOS ortaklıkları teorik olarak mümkündür. Bu noktada SPÖ lideri Pamela Rendi-Wagner’in FPÖ ile herhangi bir koalisyona girmeyeceğini deklare etmiş olmasının son olasılığı aritmetik dışında siyaseten de zayıflattığını söylemeliyiz. Bununla birlikte SPÖ’nün yıllar önce Kärnten ve yakın zamanda Burgenland eyaletlerinde FPÖ ile ortak hükümet kurmuş olduğu gerçeği de bize çok zor olsa da NEOS destekli bir SPÖ-FPÖ ortaklığının olasılık dışı olmadığını göstermektedir.

 

  1. Seçimin Türkiye diasporası ve Müslümanlara etkisi nasıl olur?
Seçim sonuçlarının birçok politik gözlemcinin de öngördüğü gibi yeni bir ÖVP-FPÖ hükümetine yol vermesi durumunda ülkede mukim Türkiye diasporası ve Müslümanlar açısından durumun giderek kötüleşeceğini ileri sürmek mümkündür. Bu hükümet modelinin alternatifi olarak ÖVP-SPÖ hükümeti ya da ÖVP veya SPÖ liderliklerinde gerçekleştirilebilecek Yeşiller ve NEOS’lu üçlü koalisyon hükümet olasılıklarından birinin söz konusu olması durumunda da diasporamız üyeleri ve Müslüman toplum açısından bu kötü gidişatı değiştirecek radikal bir politika değişikliği pek mümkün gözükmüyor. Bununla birlikte ÖVP-FPÖ koalisyon hükümeti dışındaki her tür hükümet olasılığının görece az da olsa bir rahatlama sağlayacağı gerçeği de inkar edilemez. Görece iyi olan bu olasılığın gerçekleşmesi için diaspora Türkleri ve diğer Müslümanların aktif bir stratejilerinin olduğunu söylemek güç. Söz konusu durumun nedeni olarak ilk planda bu kesimlerin siyasal bilinç düzeylerinin düşüklüğü gözükmekle beraber, geleneksel olarak kendilerine yakın hissedilen ve SPÖ ile Yeşiller’de ifadesini bulan sol siyasal çevrelerden umudun kesilmiş olmasının bundan daha çok belirleyici olduğu düşünülmektedir. Uzun bir süredir negatif bir kısır döngü içinde hareket eden Avusturya Türkleri ve diğer Müslüman kesimlerin ötekileştirilmesinin Avusturya’ya yabancılaşma boyutuna kadar vardırılmasının bu toplumsal kesimleri bir perspektifsizlik içerisine sokarak orta ve uzun vadede Avusturya içinde daha ciddi sorunlara yol açacağını öngörmek mümkündür.

 

  1. Muhtemel bir aşırı sağcı koalisyonun Avrupa’nın siyasal geleceğine etkisi olur mu?
Avusturya’da gerçekleştirilen kamuoyu yoklamalarında elde edilen sonuçlar ve kamuoyunda sahip olunan genel kanaate göre seçimler sonrasında gerçekleşmesi en muhtemel koalisyon hükümeti olarak ÖVP ile FPÖ birlikteliğinin adı geçmektedir. ÖVP Başkanı Sebastian Kurz’un başbakanlığı üstlendiği ve FPÖ’lü eski İçişleri Bakanı Herbert Kickl’ın taktiksel olarak dışlandığı bu hükümet modelinde FPÖ başkanı Norbert Hofer’in başbakan yardımcısı olarak görev alması bekleniyor. Böylelikle uzun bir süredir Avusturya kamuoyunu meşgul eden yolsuzluk, görevi kötüye kullanmak, yabancı ve İslam düşmanlığı ve kimi parti temsilcilerinin artık iyice ayyuka çıkan antisemitik tutumları gibi skandallara rağmen aşırı sağcı FPÖ’nün hükümet ortağı olarak yeniden sorumluluk üstleneceği öngörülmektedir. Normal koşullarda bu kadar çok skandala bulaşmış bir koalisyonun, hele hele bu aşırı sağcı bir parti ise AB’li siyasetçiler tarafından eleştiri yağmuruna tutulması beklenirdi. Türkiye’deki en ufak bir sosyo-politik bir gelişmede dahi yüksek perdeden buyurgan seslerini duyuran AB’li politikacıların, kurulması muhtemel bir ÖVP-FPÖ hükümetine tıpkı seçim kampanyası dönemlerinde olduğu gibi herhangi bir olumsuz tepki vermesi beklenmemektedir. Bu durum genel itibarıyla Avrupalı halkların tabanda oluşturdukları görülen aşırı sağcı siyasal taleplerin artık meşruiyetlerinin sorgulanma döneminin çoktan geçtiğini izhar etmektedir. Böylelikle Avrupa’nın yeni “normal”i olarak nitelenebilecek olan aşırı sağcı siyasal perspektifin başta Almanya üzere Avrupa’nın diğer ülkelerinde de benzer başarılara ulaşmasının artık bir olasılık sorunu olmaktan çıkıp yalnızca bir zaman meselesi haline geldiği anlaşılmaktadır. Bu gidişatın tersine çevrilememesi halinde ise Avrupa’yı bekleyen iki olasılıktan ilki -sol ve sağ karşıt kutupların da radikalleşmesiyle- şiddetli iç siyasal istikrarsızlık iken diğeri AB adlı siyasal tasarımın güç kaybederek parçalanmanın eşiğine gelmesidir.

 

  1. Seçimin ardından Türkiye-Avusturya ilişkilerinde ne gibi gelişmeler beklenebilir?
İlk planda seçim sonrasında nasıl bir hükümet modeli ile karşı karşıya kalacağımıza bağlı olarak Türkiye-Avusturya ilişkilerinin şekilleneceği düşüncesi akla yatkın olsa da yakın ve orta vadede söz konusu alanda bu tür bir rasyonel yaklaşıma yer olmadığını düşünmek gerekir. Son yıllarda Avusturya cenahından Türkiye, Cumhurbaşkanımız Erdoğan, İslam ve Avusturya’daki Türkiye diasporasının önemli bir bölümüne yönelik ötekileştirici söylem ve eylemler bize bu kanının yersiz olmadığını ispat etmektedir. Bu temel gerçeği akılda tutarak, Avusturya’da hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin iki ülke ilişkilerinin çok da olumlu bir seyir izleyeceği beklenmemelidir diyebiliriz. Bununla birlikte ikili ilişkilerin de genel olarak daha kötüye gideceğine dair herhangi bir işaret de bulunmamaktadır. Bu noktada zaman zaman Avusturya tarafının gündeme taşıdığı Türkiye’nin AB üyelik sürecinin dondurulması tehdidinin, gerek bu konudaki kararın 28 AB üyesi ülke tarafından oybirliği ile alınması gerekliliğinin olması gerekse Türkiye’nin içinde bulunduğumuz dönemde bu ve benzeri tehditlere pirim vermeyen tutumu nedeniyle Avusturya iç siyasetine yönelik bir söylemden öteye gidemeyeceğini düşündürtmektedir. Bunun dışında, Avusturya’nın güvenlik bürokrasisi tarafınca da zaman zaman vurgulandığı üzere Türkiye’nin Avrupa güvenliği için oynadığı çok önemli rol ve Avrupa’nın Mülteci Krizi’ndeki anahtar konumunu da dikkate aldığımızda bahse konu tehdidin büyük oranda Avusturya iç siyasetinde malzeme olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu noktada Sebastian Kurz’un uzunca bir süredir dile getirdiği, Avrupa’ya mülteci akınının kesilmiş olmasını kendi öncülüğünde Batı Balkan rotasının kapatılmasının sonucu olduğu iddiasının içinin boş olduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde İdlib’deki gelişmelere dikkat çekmek amacıyla yapmış olduğu açıklamalarının ardından Almanya ve Avusturya’da oluşturduğu tepkilerden anlaşılmaktadır.