İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararıyla 31 Ekim Pazartesi günü Cumhuriyet gazetesi yazarları ve yöneticilerinin içinde yer aldığı 18 kişi hakkında gözaltı ve arama kararı verildi. Aralarında gazetenin genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu ve yazar Aydın Engin’in de yer aldığı 14 isim gözaltına alındı. Cumhuriyet Vakfı yöneticisi Akın Atalay ve Nebil Özgentürk yurtdışında bulunduğu için gözaltına alınamadı. Savcılıktan yapılan açıklamayı ise şu şekilde okumak mümkündür: Öncelikle Cumhuriyet gazetesinin terör örgütleri “FETÖ/PDY ve PKK/KCK üyesi olmamakla birlikte bu örgütler adına suç işlemiş olması” iddiası var. İkincisi 15 Temmuz darbe girişiminden kısa bir süre öncesinde darbeyi meşrulaştırıcı yayınlar yapıldığına dair iddia ve tespitlerin bulunmasından bahsediliyor. Üçüncüsü ise 2 Nisan 2013 tarih ve 2013/4 sayılı yönetim kurulu toplantısında alınan karar ile vakıf üyeliğine seçim kararının usulsüz olduğuna dair iddiaya yer veriliyor. Yani Cumhuriyet yönetiminin usulsüz bir şekilde seçildiği iddiasına değiniliyor. Savcılığın açıklamasında yer alan bu dayanaklardan hareketle 18 Ağustos 2016’da Cumhuriyet gazetesi ile ilgili soruşturma açıldığı ve elde edilen MASAK ve bilirkişi raporlarından hareketle Basın Suçlarını Soruşturma Bürosunun talebi ile Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nden şüpheliler hakkında arama ve gözaltı kararı alındığı vurgulanıyor.
Buraya kadar işin teknik kısmını özetlemeye çalıştım. Kuşkusuz Cumhuriyet gazetesi ile ilgili soruşturmanın nereye varacağı yakın süreçte belli olacaktır. Kamuoyu işin yargı ayağını takip ediyor. Fakat Savcılık tarafından Cumhuriyet gazetesine yöneltilen iddialara bakıldığında aslında son dönemde kamuoyunda tartışılan ve altı çizilen varsayımların öne çıktığı görülüyor. Bu iddiaların en dikkat çekici yönü ise Cumhuriyet gazetesinin kuruluş amacı ve kurucusu ile bugünkü geldiği nokta arasındaki tezattır. Bu tezatlığı daha önce CHP milletvekili ve gazetenin eski yazarı Mustafa Balbay da Şubat ayında Twitter hesabından paylaşmış ve Cumhuriyet gazetesi üzerindeki FETÖ ve PKK etkisine dikkat çekmişti.
Burada Mustafa Balbay’ın neye itiraz ettiğinin daha iyi anlaşılır olması için Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve genel yayın politikasının özünü oluşturan anlayışa bakmak gerekir. Kurucu ilkeleri ve bugünkü yayınları yan yana getirildiğinde Cumhuriyet gazetesinin kendi çizgisinin dışına çıkartılarak ne tür bir oyunun içine sokulduğu da daha iyi anlaşılacaktır.
KURUCU DİNAMİĞİ
Mustafa Kemal Atatürk Yenigün gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi’yi çağırır ve “Çocuk bir gazete çıkart, adı Cumhuriyet olsun” der. Yunus Nadi kolları sıvar ve Cumhuriyet gazetesinin ilk sayısı 7 Mayıs 1924 tarihinde yayınlanır. Neden böyle bir ihtiyaç hasıl olduğuna dair ifadeleri de Emine Uşakligil’in Benim Cumhuriyet’im isimli kitabının önsözünden okuyalım.“Cumhuriyet genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sesiydi. Oldukça özel bir gazeteydi. Kurulan yeni rejimi savunmak ve kamuoyu oluşturmak görevini üstlenmişti. Gazete, rejimle birlikte kök saldı, gelişti. 1923’ten itibaren toplumun hafızasını yeniden oluşturmak gündemdeydi. Cumhuriyet yeni devletin yepyeni bir varlık olduğunu savundu.” Yunus Nadi’nin torunu Emine Uşakligil’in altını çizdiği satırlarda görüldüğü üzere Cumhuriyet gazetesi Atatürk devrimlerinin toplumda yerleşmesi ve kök salması yönünde bir politikaya sahipti. Öyle de devam etti yoluna. Takrir-i Sükun yasası ile birlikte diğer belli başlı gazeteler kapatılınca Hakimiyet-i Milliye gazetesiyle birlikte Tek Parti iktidarının sesi olarak adeta rejimin bir yankı odası işlevini gördü. Gazetenin sahibi Yunus Nadi’nin de bu süreçte altı dönem CHP’den milletvekilliği yapmış olması Cumhuriyet ile Tek Parti arasındaki ilişkilerin derinliğini göstermesi bakımından dikkate değerdir.
Bununla birlikte Cumhuriyet gazetesinin genel yayın politikasında değişmeyen olgular olarak iki konu dikkat çeker: Bunlardan birincisi İslami göstergelerin toplumsal yaşamdaki görünürlüğünün eleştirilmesi ve bu tür içeriklerin aşağılanarak dışlanmasıdır. Hor ve hakir görülmesidir. Cumhuriyet gazetesinin Fransa merkezli jakoben laikliği militanca bir şekilde savunmasının arkasında da bu psikoloji yer alır. İkinci konu ise Batılı seküler yaşam tarzının topluma dayatılmasıdır. Merkezinde kadın bedeninin ifşa edilmesi yaklaşımının yer aldığı bu tutum, şapka giyilmesinin zorunlu hale getirilmesi, dil devrimi ile birlikte yazılı hafızanın yok edilerek geçmişle kurulu olan tüm bağların kopartılması ve Batılı tarzın toptan kabul edilmesidir. Modernleşme paradigması bilinçli şekilde toplum karşıtlığı düzleminde ele alınmış ve bir yandan siyaset mühendisliği yapılırken diğer yandan da toplum şekillendirilmeye çalışılmıştır.
CAN DÜNDAR DÖNEMİ
Mustafa Balbay’ın itirazının özünde aslında gazetenin kurucu dinamiklerinde yer alan Atatürkçü çizgiden kopartılmış olması yer alıyor. Savcılık tarafından başlatılan soruşturmanın gerekçeleri de bu çerçevede okunabilir. Özellikle Nisan 2013’te Akın Atalay’ın Cumhuriyet Vakfı başkanı olması ve Şubat 2015’te Can Dündar’ın genel yayın yönetmeni olarak göreve getirilmesiyle Cumhuriyet gazetesinin hızlı bir şekilde Kemalist jargondan uzaklaştığı görülür. Bu süreçte Cumhuriyet sadece AK Parti hükümetine karşıt yayın yapmadı aynı zamanda geleneksel Atatürkçü çizgisini de bıraktı. Kamuoyunda Atatürkçü kimliğiyle bilinen Bedri Baykam’ın yazılarına da son verildi. Gazetenin Atatürkçü iki yazarı Ataol Behramoğlu ve Mine Kırıkkanat’ın bu döneme dair öne çıkan eleştirileri de gazetenin HDP çizgisine kayması ve yayın politikasının da HDP’ye göre ayarlanması bağlamındaydı. Ulusalcı kanadın gazetesi Aydınlık’ta yoğun şekilde yer alan eleştirilerde de Akın Atalay’ın Cumhuriyet Vakfı başkanı ve Can Dündar’ın genel yayın yönetmeni yapıldığı süreçte gazetenin Atatürkçü çizgisinden uzaklaştığı ve PKK-FETÖ etkisine girdiği vurgulanıyordu. Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Kandil röportajının girişindeki ifadelerde PKK’lılardan “yere izmarit dahi atmayan çevre dostları” şeklinde bahsedilmesi, PKK’nın terör saldırıları haberleştirilirken PKK adı kullanılmadan işin kotarılmaya çalışılması ve PKK yöneticilerinin hükümeti hedef alan açıklamalarının ‘parti gazetesi’ mahiyetinde aktarılması gibi onlarca örnek Can Dündar dönemindeki Cumhuriyet’te yer buldu. Bunlardan biri de Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın DHKP-C terör örgütü tarafından şehit edilmesinden sonraki manşet haberde örgütün propagandasını yapacak şekilde haberin tasarlanmasıydı. 2015’te yapılan iki seçimde HDP’nin açıktan desteklenmesini de aynı çerçevede okumak gerekir.FETÖ ÜYELERİNİ AKLADILAR
Bu dönemde Cumhuriyet gazetesinin FETÖ lehine gerçekleştirdiği yayınların sayısı da oldukça fazladır. İki örnek vermek gerekirse bunlardan birincisi 17-25 Aralık 2013 tarihinde FETÖ üyesi polis ve yargıçların organize ettiği darbe girişiminin faili olan emniyetçiler ve savcılar Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar aracılığıyla kendilerini temize çıkartmaya çalışmıştı. Cumhuriyet gazetesi peyderpey FETÖ’cü emniyetçilerin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı suçlayan söyleşilerle çıkmıştı. Bu süreçte Cumhuriyet tam bir dezenformasyon makinesi işlevi gördü. Şimdiki pozisyonunun farklı olduğunu söylemek de imkânsız. İkincisi MİT TIR’larının durdurulması konusuyla ilgili fotoğraf ve belgelerin FETÖ’cüler tarafından Cumhuriyet gazetesi muhabiri Ahmet Şık’a verilmesi ve bunların Can Dündar’ın bilgisi dahilinde gazetede yayınlanması olayıdır. Bu örneklerde FETÖ’nün planlı bir şekilde sol-seküler ideolojik merkezin çeşitli renklerini kendisine payanda yaptığı ve büyük ölçüde de başarılı olduğu görülüyor. 15 Temmuz darbe girişiminden önce epeyce kök salan bu gönüllü bağlılığın ton değiştirerek darbeden sonra da devam ettiği ve giderek de eski ivmesine ulaşmaya başladığı görülüyor. Bu yüzden Cumhuriyet gazetesi önünde yapılan destek eylemleri ve gazetenin tecrübeli ismi Orhan Erinç’in açıklamalarında öne çıkan “Cumhuriyet’i Atatürk kurdurdu ve isim babası Atatürk’tür” gibi ifadeler kendi içinde çelişkilerle doludur. Çünkü gazete Balbay’ın da belirttiği gibi kendi bilinen çizgisini çoktan terk etmiş ve başka sulara yelken açmıştı.DEĞİŞMEYEN KODLAR
Dolayısıyla Akın Atalay ve Can Dündar dönemi Cumhuriyet gazetesinde her ne kadar Atatürkçü çizgi terkedilerek PKK ve FETÖ yanlısı çizgiye direksiyon kırılmış olsa da gazetenin tepeden inmeci jakoben anlayışı değişmemiştir. Cumhuriyet’in haberlerindeki önceliği, toplum karşıtlığı belirlemeye devam etmiştir. Bugünlerde PKK ve FETÖ gibi Türkiye düşmanı iki terör örgütünün propagandasını yapmak ve 15 Temmuz darbe girişimine zemin hazırlayacak şekilde içerik üretmekten soruşturma geçiren Cumhuriyet’in önümüzdeki süreçte yeniden Atatürkçü yayın yapan çizgiye döneceği ve muhalefetini bu bağlamda inşa etmeye başlayacağı öngörülebilir. Aslında Atatürkçülerin Cumhuriyet’ten beklentisi de bu yöndedir. Fakat Cumhuriyet gazetesi, topluma ve toplumun değerlerine olan karşıtlığından vazgeçmeyecektir. Cumhuriyet’in esas sorunu da budur.[Star Açık Görüş, 6 Kasım 2016].