Barack Obama ABD’de başkanlık koltuğunu devraldıktan kısa bir süre sonra Haziran 2009’da Kahire’de yaptığı konuşmada Amerika’nın Orta Doğu ve İslam dünyasına yönelik politikasında büyük beklentilerin oluşmasına yol açmıştı. Kendisinden önceki Amerikan Başkanı George W. Bush’un Irak müdahalesiyle başlattığı saldırgan politikalara son verip İslam dünyasıyla “yeni bir başlangıç” yapmayı vadetmiş ve İslam ülkelerine demokrasi tavsiyesinde bulunmuştu.
Şimdi de Orta Doğu gezisi kapsamında Riyad’da İslam ülkelerinden gelen liderlere hitap ettiği konuşmasında Donald Trump, terörizm ve kendi ifadesiyle “İslamcı aşırıcılık” ile mücadeleyi öne çıkarıyor. Kendisini dinleyen liderlere, bu “İslamcı aşırıcıları” kastederek “Onları ibadet yerlerinizden ve toplumlarınızdan kovun" diye çağrıda bulunan Trump, terörizm ile mücadelenin farklı inançlar arasında değil, iyiyle kötü arasında bir savaş olduğunu ifade etti.
Kahire konuşmasında demokrasi çağrısında bulunan Obama döneminde ABD, nasıl Mısır darbesine destek vererek, Türkiye’deki darbe girişiminin arkasındaki FETÖ’yü sahiplenerek, Suriye ve Tunus’taki demokrasi taleplerine sırtını dönerek hayal kırıklığına yol açtıysa, şimdi de Riyad konuşmasıyla terörizmle mücadele çağrısı yapan Trump döneminde ABD’nin, Orta Doğu’ya en büyük darbeyi terörizm konusundaki ikircikli tavrıyla vurmasından endişe ediliyor.
Terörizm ve aşırıcılıkla mücadelenin iki önemli ayağı var.
Birincisi, ideolojisine bakmadan ve kısa vadeli çıkar hesapları yapmadan bütün teröristlerle savaşmak ve terörün hedefi olan ülkelerle iş birliği yapmak, ikincisi ise aşırıcılığa ve sonrasında terörizme yol açacak politikalardan uzak durarak bunların kaynağını kurutmaktır.
Trump, bu kadar terörizme karşı mücadele ve iş birliğinden söz ederken ABD’nin PYD/YPG’ye olan açık desteğini nasıl yorumlamak gerekir? Bu örgütün, Washington’un da terör örgütü olarak tanımladığı PKK’nın bir parçası olduğunu ABD’deki herkesin de bildiği ve bazılarının bilerek veya bilmeyerek itiraf ettiği düşünülürse, Trump yönetiminin Ankara’nın bütün taleplerine rağmen PYD’ye destek vermeye devam etmesi terörizmle mücadele konusunda samimi olmadığının açık göstergesidir. Kendi çıkarları gerektirdiğinde teröristlerle iş birliği yapmaktan çekinmeyen Trump yönetiminin Riyad’da İslam ülkeleri liderlerini terörizmle iş birliği yapmaya çağırması ne kadar anlamlı olabilir?
Ayrıca Trump’ın “İslamcı aşırıcılıkla” mücadele etmeye çağırdığı kişiler arasında yer alan Sisi gibi diktatörlerin ülkelerindeki ılımlı İslamcılara karşı izledikleri sindirme ve yok etme politikalarının radikalizmin ana kaynağı olduğunu unutmamak gerek. Mısır’da tabanı çok geniş olan İhvan’ın ve Tunus’ta Nahda’nın meşru zeminde siyaset yapmasına, toplumsal hayatın meşru bir parçası olmasına müsaade edilmemesi bu hareketlerin mensuplarının radikalleşmesine ve El Kaide ve DEAŞ gibi terörist örgütlere meyletmelerine yol açacaktır. Radikalizmin ve onun bir sonraki aşaması olan terörizmin engellenmesinden bahsedenlerin darbecilerle iş birliği yapmaktan kaçınmaları ve onların kendi halklarına karşı gerçekleştirdikleri katliamlara itiraz etmeleri gerekmez mi?
Radikalizm ve terörizmden şikâyet edenlerin görmesi gereken gerçeklerden biri de, Yemen’de yaşanan iç savaşın yol açtığı açlık ve salgın hastalık felaketlerinin ekstremizmi körükleyeceğidir. Bu durumda Yemen’e dışarıdan müdahale edip bu felaketlerin yaşanmasına yol açan İran kadar Suudi Arabistan’ın da eleştirilmesi gerekmiyor mu?
Trump’ın İran konusundaki eleştirilerinin çoğu doğru, ama bölgede daha fazla huzursuzluk çıkaran İsrail’e neden laf etmiyor? Orta Doğu’da radikalizmin en büyük nedenlerinden biri İsrail’in saldırgan politikaları değil mi? Filistinlilerin kalan bir karış toprağını da yeni yerleşimlerle ele geçirip kendi topraklarına katmak isteyen İsrail, Filistinlilere radikalleşme dışında bir şans bırakıyor mu? Mescid-i Aksa’nın altında yaptığı kazılarla aslında bütün İslam dünyasının sinir uçlarını kanatan İsrail’in radikalizmine karşı ne düşünüyor Trump?
[Türkiye, 24 Mayıs 2017].