Cumhurbaşkanlığı sistemine yöneltilen eleştirilerden biri de bu sistemin iktidar tabanını daraltacak olması. Bu daralmanın doğal olarak ülke içinde birliği sağlayamayacağı ve istiklal mücadelesi veren devletin de zayıf düşeceği ileri sürülüyor.
Dolayısıyla parlamenter sistem iktidar tabanını daha geniş tutacağı gerekçesiyle Cumhurbaşkanlığı sistemine üstün tutuluyor Burada iktidar tabanı ifadesinden kastedilen, devletin bekasını siyasetin merkezine koyan siyasi parti ve odakların bir blok oluşturması. Bu görüşe göre böylesi bir blokun oluşabilmesi ya da anlamlı hale gelebilmesi için tüm bu unsurların parlamentoya girmesi ve parlamentonun da siyasetin merkezinde yer alması gerekiyor.
Lakin böyle bir siyasi tablonun toplumsal birliği sağlamaktan daha çok, toplumsal parçalanmayı körüklediği ve derinleştirdiği tarihi olarak görülmüş durumda.
Birçok ülke geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren toplumsal çoğulculuğun istikrarsızlık yaratan etkileriyle başa çıkmak için parlamenter sistemlerini güçlendirme ya da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçme ihtiyacı hissetti. Her iki çözüm de yürütme erkinin belli oranlarda siyasetin merkezine çekilmesiyle hayata geçirildi.
Şimdi aynı sorunlarla karşı karşıya olan Türkiye'nin tam zıt bir yönde hareket etmesinin bir mantığı bulunmamaktadır.
Devletin hem içeriden hem de dışarıdan gelen açık ve kapalı tehditlere karşı etkin bir şekilde mücadele edebilmesi için yürütme erkinin siyasetin merkezine çekilmesi gerekmektedir.
Yürütme erkinin siyasetin merkezine çekilmesi, toplumsal grupların farklılıklarını kaybetmeden merkeze yönelebilmesini sağlayacaktır. Bu iktidar tabanını genişleterek ve konsolide ederek, toplumsal birlikteliğin sağlanması ve güçlendirilmesi adına önemli bir adım olacaktır.
Yine Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yürütmenin merkeze çekilmesi, hızlı karar alma ve uygulamayı etkin hale getirecektir.
Böylece gücün kullanımı konusunda da ilerleme kaydedilerek siyasi iktidarın damarlarına kan pompalanacaktır.
Gerçekten de parlamenter sisteme yönelme ve yasama erkini merkeze almanın anlamlı olabilmesi için halihazırda büyük bir toplumsal uzlaşının var olması gerekir. Bu uzlaşı ya ortak değer ve çıkarlara sahip olmaya ya da değerler konusundaki ayrışmaları arka plana atacak ölçüde bir beka sorunuyla karşı karşıya olmaya bağlıdır.
İstiklal Savaşı'nı kazanan ve Cumhuriyet'i kuran Kurucu Meclis'in sürekli olarak gündeme getirilmesinin nedeni bu. Toplumun en yüksek düzeyde birlikteliği sağladığı anı yansıtıyor olması. Bu birlikteliğin değerler merkezli olmadığını biliyoruz. Beka tehlikesi kalktıktan hemen sonra tasfiyelerin başladığı ve Meclis'in uzunca bir süre toplumun önemli bir kısmına kapatıldığını hepimizin malumu. Toplumun önemli bir kesiminin dışlanması belli değerlere sahip olup olmama üzerinden gerçekleşmişti. 1950'den sonra Meclis topluma açılsa da toplumun devlete tam anlamıyla ulaşması bir türlü sağlanamadı.
AK Parti iktidarı ile başlayan bürokratik vesayetin geriletilmesi süreci ise toplumun devletle buluşması ve aradaki kırgınlıkların giderilmesi adına büyük adımların atılmasına sahne oldu. Bu adımlar yürütme erki ve bir bütün olarak siyaset kurumunun güçlendirilmesiyle mümkün oldu ve siyaset kurumu güçlendikçe bu yönde daha cesur adımlar atıldı. Şimdi bu sürecin daha da ileri götürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı sistemiyle taçlandırılması gerekmektedir.
Cumhurbaşkanlığı sistemiyle toplumsal eşitlenmenin sağlanması ve dolayısıyla bir eşitlik rejimi olan demokrasiye yaklaşmamız daha fazla mümkün olacaktır. Bu, iktidar tabanının daha da genişlemesi ve güçlenmesi anlamına gelmektedir. Bu süreci tersine çevirmek ise yani iktidar tabanı daralıyor gerekçesiyle yürütmeyi ve siyaseti zayıflatmak, siyaset dışı güç odaklarının eline koz vermekten başka bir anlam taşımayacaktır.
[Sabah Perspektif, 28 Ocak 2017].