Stratejinin açıklanmasının ardından adeta bir diplomatik kontratak ile üzerine gidilen Burma'da Amerika, ilk etapta ülkeyi demir yumrukla yöneten rejimden -bu ülkeye uygulanan diplomatik izolasyonu kaldırma karşılığında- kademeli siyasi reform talebinde bulunmuştu. Rejimin gerek mevcut Çin baskısını dengeleyebilecek bir güç arayışı gerekse uluslararası arenadaki izolasyonun ve yaptırımların hafifletilmesine duyduğu ihtiyaç, Amerika'nın çağrısına olumlu bir cevap verilmesine sebep oldu. Bu olumlu cevap dâhilinde önce ev hapsindeki Nobel ödüllü muhalif lider Aung San Suu Kyi serbest bırakılarak, seçimlere katılmasına izin verildi. Bunun karşılığında Amerika, bir yandan Burma'ya büyükelçi atayarak, diplomatik açıdan Burma ile kurduğu ilişkilerin profilini yükseltirken, öte yandan da bu ülkeye uyguladığı yaptırımların bazılarını kademeli olarak kaldırdı. Bunları takiben birkaç ay önce de Aung San Suu Kyi bu sefer Washington'da boy göstererek önce Amerikan Kongresi'nden Özgürlük Nişanı'nı aldı, daha sonrasında ise Obama tarafından Beyaz Saray'da kabul edildi. Bunların sonrasında yapılan Burma gezisinde Clinton ve Obama'nın Suu Kyi'yi senelerce hapis kaldığı evinde ziyaret etmesinin fotoğrafları tüm Amerikan gazetelerinin ilk sayfasında yer aldı.
Burma ile Amerika arasındaki bu aniden gelişen ilişkiler, elbette iki taraf açısından önemli kazanımlar ve riskler taşıyor. Öncelikle Çin'in arka bahçesi olarak görülen bir bölgede senelerdir ihmal edilen ülkelerle Amerika'nın geliştirmeye başladığı ilişkiler Amerika'nın yeni Asya Stratejisi'nde bölgede daha fazla görünürlük ve etki elde etme amacının en açık bir biçimde ortaya çıkması anlamına geliyor. Her ne kadar Amerika'daki dış politika yapıcıları Burma ile geliştirilen ilişkilerin üçüncü bir ülkeyle ilgisi olmadığının her fırsatta altını çiziyor olsalar da, meselenin Çin'den görünüşü daha farklı bir ton içeriyor. Çin tarafından yapılan değerlendirmelerde son bir sene içerisinde Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın her kademesinden onlarca kişinin Burma'yı ziyaret etmesi, Amerika'nın bölgeye yönelik uzun soluklu bir stratejisinin parçası olarak görülüyor. Bu durum Çin'in geçen hafta yönetimi devralan liderleri için önemli bir sınav olma özelliği de taşıyor. Zira liderlerin güçlerini pekiştirmeleri sonrası Amerika'nın Güneydoğu Asya'daki girişimlerine yapacağı karşı ataklar Çin-Amerika arasındaki ilişkiler açısından önemli bir güven bunalımı kaynağı olabileceği gibi uzun vadede olabildiğince istikrarlı tutulmaya çalışılan bu ilişkileri ciddi bir biçimde sarsabilir. Burma'ya gösterilen bu ilgi, aynı zamanda Amerika'nın Asya'da yer etme stratejisinin yol haritası konusunda da önemli ipuçları ortaya koyuyor. Burma'ya gösterilen bu alaka, Amerika'nın bir yandan başta ASEAN ve Doğu Asya Zirvesi gibi Asya'daki çok taraflı oluşumlar ve uluslararası organizasyonlarla ilişki geliştirip etkisini artırırken ve Transpasifik Ortaklık gibi yeni işbirliği alanlarını hayata geçirmeye çalışırken öte yandan da bölgede ağırlık merkezi olarak seçtiği ülkelerde tam saha pres yapma niyetinde olduğunu gösteriyor.
Burma ile ilişkilerin önümüzdeki günlerde daha da gelişmesi ve ilerlemesi ve ilerlemeden elde edilecek pozitif sonuçlar, bu ilişki biçimini Amerika için bölgede izleyeceği dış politika açısından bir model haline getirebilir. Bu model orta ve uzun vadede de Amerika'nın bölgede başta Kamboçya olmak üzere diğer ülkelerle ilişkileri de yeniden şekillendirmek için kullanılabilir. Savunma Bakanı Leon Panetta, Dışişleri Bakanı Clinton ve Başkan Obama'nın aynı hafta içinde Kamboçya'ya yaptığı ziyaretler, bu noktada özel önem taşıyor. Amerika, Soğuk Savaş yıllarında Güneydoğu Asya'ya yaklaşımda sıkça dile getirdiği “domino teorisini” belki de bu sefer kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı amaçlayarak bölgede Çin'e yakın devletlerin birer birer Amerika yanına çekilmesini sağlamaya çalışabilir. Bu noktada özellikle Burma'daki açılımın Amerika'daki bazı çevrelerce Kuzey Kore'de yapılabilecek bir reform hareketine örnek gösterilmesi oldukça manidardı.
Bunun yanında Obama yönetiminin Burma ile ilişkilerinde insan hakları ve demokratikleşme meselelerine yapacağı vurgu hem Burma ile ilişkilerde, hem Amerika'nın Asya Pasifik politikası bünyesinde hem de Amerikan dış politikasının genelinde insan hakları meselesinin ne şekilde yer edineceği hakkında önemli ipuçları verecek. Birçok insan hakları örgütü, Obama'nın Burma'ya yaptığı geziyi oldukça zamansız ve erken bularak, Burma rejiminin özellikle Arakan'da Müslümanların katledilmesi karşısındaki tutumu ve hâlâ hapiste tuttuğu siyasi mahkûmların durumlarının yeterince gündeme gelmeyeceği bir gezinin otoriter rejime meşruiyet kazandırmaktan ileri gidemeyeceğini savunuyordu. Her ne kadar gezi öncesinde aralarında Samantha Power'ın da olduğu Beyaz Saray yetkilileri ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon, yaptığı açıklamalarda ve Dışişleri Müsteşarı Mario Otero, Burma'ya önceki hafta yaptığı gezide bu konuları sıklıkla gündeme getirmiş olsa da Obama'nın konuya fazla değinmemesi Amerika'nın bu sorunların üzerine ne kadar gideceği meselesinin hâlâ bir muamma olarak kalmasına sebep oldu. Bugünlerde birçok gözlemci, Obama yönetiminin bir yandan Kongre ve kamuoyunun insan hakları konusundaki baskısını hafifletmek, öte yandan da Asya Pasifik politikasına daha insancıl bir yüz kazandırmak için retorik düzeyde de olsa insan hakları konusunda Burma'yı önemli bir destek noktası yapmaya çalışacağı konusunda neredeyse hemfikir. Bu noktada Amerika, bölgedeki rejimlerin Amerika'ya açılışını yeterli görüp insan hakları ve demokratikleşme meselelerinde ısrarcı olmaz ise Asya'da otoriter veya hybrid rejimlerin dostu olarak eski Ortadoğu mirası düzenin kurulmasına önayak olacak. Böyle bir sonuç Amerika'nın uluslararası meşruiyeti ve Çin'e kadar bölgede takip etmeye çalıştığı politikaya zarar verecektir.
Resmin diğer yanında Burma ve bölgedeki diğer devletler için ise Amerika ile ilişkilerin geliştirilmesi yine hem risk hem de kazanımları olan bir strateji ortaya çıkarıyor. Bölgede artan Çin etkisine karşı beklenen Amerikan gücü ve etkisi, bölgedeki devletler tarafından etkili şekilde kullanılmaya çalışılıyor. Ancak Çin'in bölgedeki hegemonyasının ekonomik getirisi olduğu kadar Amerika'nın getireceği dengeleyiciliğin de önemli ekonomik, stratejik ve politik riskleri bulunuyor. İki süper güç ile ilişkilerini dengelemeye çalışırken bu ülkelerin iç politikalarında önemli dış merkezli fay-hatları oluşabileceği gibi, dengenin kaybedilmesi durumunda bölge ülkelerinin bağımsız dış politika yapma yetileri de büyük zarar görebilir. Büyük güçlerin yarışacağı bir alanda masada piyon olmak yerine aktif aktör haline gelerek Amerika ile Çin arasındaki mücadeleden kazanç sağlamayı amaçlayan bölge ülkelerinin bu hedeflerine ne kadar ulaşabileceği, bu ülkelerdeki stratejik aklın ne kadar yetenekli olduğuna da bağlı olacak belki de. Bu ilişkilerin iyi yönetilememesi bu ülkeleri Amerika ve Çin arasında mücadele alanı haline getirirken önemli problemlerle de baş başa bırakabilir.