TV tartışma programlarında çokça tekerrür eden bir konu var/dı. Mesela Haber Türk televizyonundaki tartışma programında CHP üyesi, Radikal yazarı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde akademisyen olan bir kamusal entelektüel, kendisi gibi düşünmeyen muhataplarını ‘belirli bir tanım içine hapsederek’ alt edebilmek için “siz gazeteci değilsiniz, parti adına konuşuyorsunuz” türünden ifadeler kullanıyordu. İddialarına yönelik üretilen argümanları cevaplamak yerine ‘CHP’li kimliğini’ de unutarak sair zamanlarda aynı ifadeleri tekrarlamıştı. Bir başka örnekte yine Radikal’in cevval muhabirlerinden biri kendisi gibi düşünmeyen gazetecileri parti (AK Parti) adına konuşmakla itham ederken aynı zamanda kendisinin ve etrafındakilerin aslında partilerden bağımsız, onlarla ilişkisi olmadan sadece gazetecilik mesleğiyle sınırlı bir yerde durduğunu iddia etmeye çalışıyordu. Burada şu soru sorulabilir: gerçekten de medya ve siyaset arasındaki mesafenin korunabilmesi mümkün mü? Bu soruya medyanın dördüncü güç olduğundan hareketle ‘belki’ cevabı verilip dünyadan örnekler sunulsa da hem dünyada hem de ülkemizde iki meslek arasında oldukça yakın ve geniş bir etkileşim alanı bulunuyor. İki renk arasındaki sınır çizgisinin kaybolduğu ve çoğu aman tek renge dönüştüğü görülüyor.
Ülkemizde Tek Parti döneminde gazetecilerin çoğu aynı zamanda TBMM çatısı altındaydı. Benzer durum çok partili dönemde de devam etti. Uzun yıllar Türk siyasetinin aktörleri arasında yer alan Bülent Ecevit bir gazeteciydi ve yıllarca CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinde köşe yazdı. Doğrudan siyaset yapmayan fakat düşünceleriyle siyaseti etkileme ve belirli bir ideoloji çerçevesinde yönetme çabasındaki yazarları, genel yayın yönetmenlerini ve ideologları siyasetten ayırarak ele almak da hem gerçekliğin doğasına aykırı hem de tarihsel örneklerle örtüşmüyor. Çünkü siyaseti üreten ilkelerin özü ideolojide ve fikriyatta bulunur. Mesela Doğan Avcıoğlu’nun dergileri Yön ve Devrim’in esas hedefi siyaseti dizayn etmekti. Benzer yaklaşımı bazı muhafazakâr gazete ve dergiler için de söyleyebiliriz. 1973 yılında Milli Görüş hareketinin yayın organı olarak okuyucu ile buluşan Milli Gazete bu açıdan iyi bir örnek oluşturmaktadır. Necip Fazıl Kısakürek’in aralıklarla yayınlanan Büyük Doğru Dergisi de doğrudan siyasetin içinde olmayan ama içeriğiyle siyasal yaşamı etkileme hedefi olan bir dergi olarak yayınlarını yapmıştı. Kuşkusuz bu örnekler çoğaltılabilir.
Eskiden gazete ve dergiler aracılığıyla yapılan siyasal düşünce üretme çabası şimdilerde televizyon, internet ve sosyal medya ile çok daha yoğun şekilde yapılıyor. Tartışma programları bir de bu gözle izlenebilir. Yeni medyanın imkânlarıyla birlikte düşünüldüğünde gazetecilerin beyan ettiği fikirleri, kamusal alanın siyasal yönünden ayrı düşünmek büyük ölçüde gerçekleri ters yüz etmek olur. Onlarca örnekten birinde, Yılmaz Özdil’in Gezi Parkı eylemleri devam ederken paylaştığı twitte yer alan “24 saat daha devam edersek AB kararıyla Hükümet düşecek. Yayın bunu. Herkes bilsin. Az kaldı, direnelim” ifadeleri muhtevası bakımından doğrudan siyaset meydanını hedeflemektedir. Nitekim böylesi örneklere Gezi parkı eylemleri ve 17-25 Aralık siyasete müdahale girişimleri süreçlerinde de tanık olduk. İki olayı sahiplenen gazeteci-yazarlar gazeteciliğin evrensel ilkeleri yerine kendi ideolojilerinin savunucusu ve siyasi aktivist olarak öne çıktı.
Dolayısıyla 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri için oluşturulan milletvekili listeleri, medya-siyaset ilişkisinin yakınlığını ve iki meslek arasındaki geçiş yoğunluğunu teyit ediyor. Bu durum Türkiye’nin yakın siyasi tarihi açısından bir sürekliliğe işaret ediyor. Özellikle tartışma programlarında muhataplarını ‘partili’ olarak itham ederek onları mahkûm etme çabasındaki ‘çevreden’ çokça örneğin olması meselenin ironisi olarak okunabilir. CHP listesindeki 20 isim gazeteci-yazar kimliğine sahip. Bu sayı AK parti için 18, MHP ve HDP içinse 8’er olarak görülüyor.
CHP adayları arasında Tayfun Talipoğlu, Utku Çakırözer, Barış Yarkadaş, Can Ataklı, Enis Berberoğlu, Melda Onur, Çiğdem Anad, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Atilla Sertel gibi kamusal görünürlüğü fazla olan gazetecilerin isimleri öne çıkmış durumda. Zikredilen gazetecilerin görevleri başındayken gazetecilik adına ürettiği söylemden hareketle geçmişe dönük yapılacak bir değerlendirme ‘bağımsız gazetecilik’ mottosunu da yeniden değerlendirmeye açacaktır.
[Milat, 12 Nisan 2015]