Kürt meselesinde geri dönüşü kolay olmayan bir noktaya doğru gidiyoruz. Çözüm sürecinde yol alınmaya başlandığından beri, ortaya çıkan en sürpriz gerçek, Kürt meselesine yaslanarak var olan ya da Kürt meselesinin var ettiği aktörlerin, sorunun kendisinden daha öncelikli hale gelmeye başlamasıdır. Adeta çözülmeye çalışılan Kürt meselesi öznelik sorunu karşısında ikincil bir problem haline gelmiş durumdadır. Demokratik açılım süreci tam da bu problemden dolayı Kürt meselesine ulaşamadı. Aradaki aktörlerle uğraşmaktan sorunun özüne yönelik adımlara sıra gelmedi. Bundan sonra da, aktörlük sorunu kabul edilebilir bir noktaya çekilmediği müddetçe benzer bir son kaçınılmaz görünmektedir. Demokratik açılım, yirmi yıllık medya, seksen yıllık resmi tarih karartmasından sonra, Kürt meselesinin tartışılmasını sağladı. Açılım süreci bu yönüyle başlı başına bir yüzleşme pedagojisi inşa etti. Kürt meselesi başta olmak üzere 'dokunul( a)mayanlar' başlığı altındaki bütün yakıcı sorunlara bir şekilde dokunulmuş oldu. Gelinen noktada sorunun çözümünde umutlar korunmakla beraber, çözüme henüz uzak olduğumuz aşikâr. Çözümü zora sokan, çözüm yönünde mesafe almayı zorlaştıran dinamiklerin başında ise, aktörlük mücadelesi yer alıyor.
Aktörlük mücadelesine kurban edilen sorun!
Aktörlük meselesi devlet ricali tarafında farklı, BDP tarafında farklı dinamikler üzerinden yürüyor. Devlet ricalinde yıllardır yaşanan çok başlılık ve çözüm formüllerinin farklı aktörler tarafından provoke edilme ihtimali son dönemde nispi bir azalma gösterdi. AB süreciyle başlayan süreç, iktidarın kararlı tutumuyla devam etti.Özellikle son iki yılda 'darbelerle hesaplaşma' kararlılığıyla başlayan yeni süreç, YAŞ ve hemen ardından halkoylaması ile devam ediyor. Bu süreç boyunca yapılan hamlelerle sivil irade güçlendi, vesayetçi dinamikler ciddi anlamda zayıfladı ve Türkiye biraz daha normalleşti. Bu sürecin bir diğer yansıması, ülkenin en yakıcı sorunları karşısında devlet aklını inşa edecek resmi aktörlerin asgari müştereklerde mutabakata varmak üzere birbirlerine yakınlaşmaları oldu. Bu yakınlaşma, son yıllarda MGK bildirilerinde kendisini göstermeye başladı. Bu çerçevede, iktidar, muhalefet, TSK, MİT, Polis, yargı, medya ve hala bir şekilde var olduğu farz edilen devlet içi çeteler şeklinde sıralayabileceğimiz devletlü aktörlerin, MGK bildirilerinde ortaya çıkan devlet aklı etrafında kümelenmelerinin imkânı eskiye oranla artmış durumdadır. Bu süreç kolay yaşanmadı. Ancak AK Parti çoğu kez kapatılma, seçim kaybetme, darbeye maruz kalma, kara propaganda ve terör riskleri altında tedrici bir şekilde demokratikleşme adımlarını atmaya devam etti.
Öte yandan, devlet ricalinde, Kürt meselesine dair AK Partinin üstlendiği ezber bozan dönüştürücü tavrı, Kürt siyasi cenahında görmek henüz mümkün değil. Bu cephede Kandil, İmralı, BDP, KCK, Avrupa şeklinde özetlenebilecek beş aktör başat rol oynamakta ve her birinin ayrı ayrı ikna edilmesi gerekmektedir. Üstelik her bir başlık altında da birden fazla aktör bulunmaktadır. Özellikle, PKK ve BDP içindeki farklı pozisyonların kolayca ortadan kaldırılamayacağı ve süreç içerisinde ayrışmanın daha da derinleşebileceği açık. Bu görüş farklılıkları bir tarafa bırakılsa bile, beş aktörün kendi aralarındaki pozisyon farklılıkları hiç de yabana atılacak gibi değil. Reşadiye eyleminden mecliste Anayasa oylamasını boykota, Geçitli katliamından halkoylamasını boykota varıncaya kadar her aktör diğerini nesh ederek, bazılarıyla da ittifak kurarak varlığını ve etkinliğini sürdürdü. BDP ve PKK cenahındaki aktör çeşitliliği yanında bu aktörlerin güçlerinin ve özgül ağırlıklarının birbirine çok yakın olması süreci olumsuz etkilemektedir. Bu yakınlık dolayısıyla, belirli bir aktörün diğerleri rağmına liderliği üstlenmesi ve tek merkezli bir yapı ve politikayı inşa etmesi zor gözükmektedir. Bu nedenle, güç dengeleri, ittifaklar, uluslar arası müdahalelerin de desteğiyle çok hızlı değişmekte ve aktörlerin hedefleri süreklilik arz etmemektedir. Bu durum varsayılanın aksine, İmralı için de geçerlidir.
Çözüm sürecinde öncelik problemi...
Öyle ki aktörlük mücadelesi, Kürt meselesinin çözüm sürecini de doğrudan etkilemektedir. Burada karşılıklı bir etkileşim bulunmaktadır. Çözüm sürecinin yönelimi, aktörlük mücadelesini etkilediği gibi, aktörlük mücadelesindeki dengeler de çözüm sürecinin seyrini etkilemektedir. Bu yapının çözüm süreci önünde ciddi bir bariyere dönüştüğü açıktır. Bu bariyeri ortadan kaldırmak bugün öncelikli mesele halini almış durumdadır. Şurası açık ki, ne dünyanın başka bir yerinde ne de Türkiye'de mezkur süreç ila nihaiye bu şekilde yürütülemez.Devlet cenahında aktörlerin sayısının azalması ve asgari müştereklerde buluşmaya başlaması, çözüm sürecinde yol almayı nasıl kolaylaştırdıysa, esaslı bir çözüm için aynı sürecin Kürtlerin aktörlüğü için mücadele eden cenahta da yaşanması gerekiyor. Nasıl devlet ricalinde, 'şu aktörün onayı olmadan olmaz, şu varken bu iş olmaz' türü oturmuş yapılar yıkılmışsa; Kürt siyasi cenahında da söylem ve karar düzeyinde temsil kabiliyeti yüksek yerli aktörler ortaya çıkmak zorundadır. Çözüm sürecinde adım atılabilmesinin yolu, artık aktör meselesinin ciddiyetle ele alınmasından geçmektedir. Çözüm süreci, bu kadar çok aktörün etkili olduğu mevcut şizofrenik yapı içerisinde ilerleyemez. Kürt siyaseti, bizatihi her gün tecrübe ettiği ve çok iyi bildiği bu hakikatle açıkça yüzleşmez ise yarın yaşanacak provokasyonlar çok daha ağır olacaktır. Çözüm sürecinde bütün aktörler ayakta kal(a)mayacaktır. Bu büyük bir komplonun sonucu değil, işin tabiatı gereğidir.