İsrail, her ne kadar geleneksel tehditlerin güç ve kapasitesinin azaldığını düşünse de 7 Ekim’de Hamas’ın hava, deniz ve karadan profesyonelce hazırlanan saldırısıyla İsrail açısından bu tehditlerin geçerliliğini koruduğu ortaya çıkmıştır. Söz konusu tehdit unsurlarına bakıldığında yerel düzeyde Hamas’ın ve bölgesel düzeyde İran’ın İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Bununla birlikte İsrail açısından terör tehditlerinin varlığı her zaman güvenlik riski oluştursa da Afrika’da son dönemde yaşanan darbe süreçlerinin istikrarsızlıklar oluşturması, El-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin güçlenmesi ile fraksiyonlarının varlığı dolaylı olarak İsrail açısından yeni güvenlik tehditlerini ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda İsrail’in Afrika’daki güvenlik politikası özellikle terör tehditleri ve radikalleşmenin etkisini genişletmesine karşı etkili önlemler üzerine odaklanmaktadır.
İsrail, her ne kadar geleneksel tehditlerin güç ve kapasitesinin azaldığını düşünse de 7 Ekim’de Hamas’ın hava, deniz ve karadan profesyonelce hazırlanan saldırısıyla İsrail açısından bu tehditlerin geçerliliğini koruduğu ortaya çıkmıştır. Söz konusu tehdit unsurlarına bakıldığında yerel düzeyde Hamas’ın ve bölgesel düzeyde İran’ın İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Bununla birlikte İsrail açısından terör tehditlerinin varlığı her zaman güvenlik riski oluştursa da Afrika’da son dönemde yaşanan darbe süreçlerinin istikrarsızlıklar oluşturması, El-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin güçlenmesi ile fraksiyonlarının varlığı dolaylı olarak İsrail açısından yeni güvenlik tehditlerini ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda İsrail’in Afrika’daki güvenlik politikası özellikle terör tehditleri ve radikalleşmenin etkisini genişletmesine karşı etkili önlemler üzerine odaklanmaktadır.
Nitekim İsrail son yıllarda Afrika ülkeleri gibi yeni ortaklarla ilişkiler geliştirerek güvenlik iş birliğini artırmaya çalışmıştır. İsrail, Afrika ülkeleriyle bir taraftan diplomatik ilişkilerini geliştirmeye çalışırken diğer taraftan da güvenlik iş birliklerini derinleştirme arayışı içerisindedir. Bu kapsamda İsrail, Afrika’da çeşitli ülkelerle güvenlik istihbaratı, terörle mücadele, sınır kontrolü ve bu ülkelere silah transferleri gerçekleştirerek iş birliği yapmaya devam ediyor. Böylece hem kendi güvenliğini daha etkin şekilde sağlayabilmek hem de uluslararası toplumda meşruiyetini artırmak için önemli avantajlar elde edebilmeyi amaçlıyor.
Afrika’nın stratejik konumu, özellikle Doğu Afrika, İsrail’e bölgesel tehditlerle mücadelede önemli bir destek sunabilecek potansiyele sahiptir. İran’ın Afrika’daki artan varlığı ile radikalizm ve terörün son yıllarda kıtada ciddi anlamda yükseliş trendinde olması İsrail’in güvenlik bağlamında kıtaya yaklaşımını şekillendirmektedir.
Afrika Ülkelerinin Çatışma Karşısındaki Pozisyonları
Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni olaylardan üzüntü duyduğunu belirtmiş, iki taraflı çözümün uygulanmamasının sorun olduğunu vurgulamış ve sivillerin hedef alınmasının kınanması gerektiğini belirterek itidalli olunmasına yönelik bir çağrıda bulunmuştur. Uganda gibi Nijerya, Senegal ve Tanzanya yönetimleri de itidal çağrıları yapmıştır.
Uzun yıllar apartheid ile yönetilen Güney Afrika ise Filistin topraklarından yasa dışı işgalin devam etmesi, yerleşim yerlerinin genişletilmesi, Mescid-i Aksa ve kutsal mekanlara saygısızlık yapılması ve Filistin halkına uygulanan baskıların günümüzdeki olayların yaşanmasının temel sebepleri olduğunu belirtmiştir. Ayrıca iki devletli çözüme ve iki taraf için adil ve kapsamlı bir çözüm için önceki Birleşmiş Milletler kararlarını yerine getirecek inandırıcı bir barış sürecine ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla 1967 sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olan ve toprak bütünlüğü bozulmamış bir Filistin devleti oluşturularak kalıcı barışın tesis edilmesi gerekliliğini ifade etmiştir. Afrika Birliği Komisyonu Sözcüsü Musa Faki Muhammed, Filistin halkının temel haklarının, özellikle de bağımsız ve egemen bir devletin reddinin, kalıcı İsrail-Filistin geriliminin ana nedeni olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Kuzey Afrika ülkeleri ve Cibuti de bu kapsamda Filistin’e destek veren ülkeler arasında yer almıştır.
Kenya ise İsrail’e yönelik terör saldırısını “alçakça” olarak nitelendirmiştir. Ayrıca bölgede yaşanan katliamdan ve anlamsız can kayıplarından duydukları üzüntüyü dile getiren Kenya yönetimi bu saldırının planlanması, finanse edilmesi ve uygulanması konusunda etkisi olanları da kınamıştır. Son olarak İsrail’in misilleme yapma hakkı olmasına rağmen “barışçıl” bir yol aradığına da vurgu yapmıştır. İsrail’e yapılan saldırının bir terör saldırısı olduğunu ifade eden Kongo Demokratik Cumhuriyeti Devlet Başkanı Felix Tshisekedi, Tel Aviv yönetimiyle her zaman terörle mücadele konusunda iş birliği yapabileceklerini belirtmiştir. Ayrıca Zambiya da Hamas’ın saldırılarını kınayan ve diplomatik çözüme yönelik vurgu yapan bir açıklama ile İsrail’e destek veren ülkeler arasında yer almıştır.
Olası Senaryolar
Günümüzde Etiyopya ve Kenya, İsrail’in Doğu Afrika’daki çıkarları bağlamında bölgede dikkat çeken iki ülke. İsrail’in Etiyopya, Kenya, Güney Sudan ve Uganda ile ikili ilişkilerini geliştirmesi ise Ortadoğu’yu bu dönemde karakterize eden istikrarsız ve tehdit edici gerçeklik karşısında bir “ittifak” fikrinin desteklenmesine de katkı sunma potansiyeline sahip. Öte yandan Doğu Afrika’da Etiyopya, Kenya, Eritre ve Ruanda’da büyükelçilikleri bulunan İsrail’in bölgesel alt sistemde Afrika Boynuzu’na yönelik çıkarları daha dikkat çekici boyutta ortaya çıkıyor.
2006’da Hamas’ın Gazze’de seçimleri kazanması aslında Ortadoğu’da değişim rüzgarının habercisi olarak da algılanmıştır. Bu süreçten itibaren Hamas’ın büyük bir saldırı başlatacağına yönelik söylemler yerel unsurlar tarafından dillendirilmiştir. Ancak 7 Ekim’de İsrail’in bayram kutlamalarını ve son günün verdiği rehaveti fırsat bilen Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu İsrail açısından 1973 Yom Kippur Savaşı’na benzer şekilde büyük bir şok etkisi oluşturmuştur. İsrail’in daha önceki süreçte yapılan saldırılara misliyle karşılık verdiği görülmüştür. İsrail şok durumunu atlattıktan sonra özellikle Gazze’ye yönelik caydırıcı olduğunu düşündüğü yoğun bombardıman ve saldırıyı uzun süre devam ettirecektir. Bu süreçte Gazze’ye yönelik saldırının büyüklüğü karşısında Hizbullah, Haşdi Şabi ve Husiler gibi unsurların Hamas’a farklı şekillerde destek vermesi de mümkün gözüküyor.
Bu senaryoda savaşın İsrail-Hamas özelinden çıkıp bölgesel bir boyut kazanması riski de mevcuttur. Hatta kısa vadede olmasa bile orta vadede Afrika’daki çeşitli grupların bu savaşa farklı noktalardan destek olması söz konusu olabilir. Örneğin Nijerya’da Nijerya İslami Hareketi’nin (NİH) Şii lideri Şeyh İbrahim Zakzaki’nin uzun süredir İran ile yakın ilişkileri dikkat çekiyor. Savaşın bölgesel bir boyut kazanması halinde bu kapsamda Nijerya’daki Zakzaki’nin Filistin’e destek için harekete geçmesi muhtemeldir. Ancak bu noktada ortaya farklı sorunların çıkması da mümkündür. Bu minvalde NİH’in Nijerya’da İslam hukukuna dayalı bir İslam devleti istediği gibi DEAŞ’a bağlılığını ilan eden Boko Haram da NİH gibi İslam hukukuna dayalı bir İslam devleti isteği içindedir. Bu ortak isteğin varlığı Nijerya ve çevresinde etkili olan Boko Haram’ın küresel cihad ilan etmesi ihtimalini de akla getirmektedir. Nitekim uzun süredir Sahel Kuşağı’nda yaşanan darbeler ve bu darbelerin oluşturduğu istikrarsızlıklar bölgede güç boşlukları meydana getirmektedir. Bu güç boşlukları ise çeşitli terör örgütleri tarafından doldurulmaya çalışılmaktadır. Öte yandan Fas’ta ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nın belirli noktalarında yer alan DEAŞ varlıklarının yanı sıra Libya’daki mevcut ortam bir arada düşünüldüğünde Sina Yarımadası üzerinden İsrail ile bir çatışmaya girilmesi durumu da ihtimaller arasında değerlendirilmelidir.
Öte yandan Somali’de Şebab terör örgütünün ve Afrika’da özellikle Sahel Kuşağı’nda bulunan El-Kaide uzantılarının da küresel cihad çağrısı doğrultusunda bu sürece müdahil olma durumları ortaya çıkabilir. Ancak Hamas küresel cihad ilan edilse dahi Gazze’de farklı bir devlet dışı silahlı aktörün kendisiyle birlikte savaşmasına sıcak bakmayacaktır. Dolayısıyla bu durum farklı coğrafyalar üzerinden bu aktörlerin İsrail’e saldırılarını mümkün hale getirebilir. Afrika’daki radikal gruplar ve terör örgütlerinin İsrail’e saldırma ihtimali söz konusu olursa iki yol üzerinden gerçekleşmesi olasıdır:
(i) Sahel Kuşağı’ndan, Libya’dan Mısır-Sina Yarımadası’na ve doğuda Port Sudan üzerinden Kızıldeniz’e açılarak Mısır’a ait Sina Yarımadası’na erişilmesi,
(ii) Akabe Körfezi’ne erişimle İsrail’in doğrudan tehdit edilmesi. Ancak bu kapsamda birçok farklı noktadan İsrail güçlerinin bölünecek olması, yaşanabilecek bu savaşta yeni cepheleri ve aktörleri savaşın içine çekme potansiyeline de sahiptir.
Ayrıca Sahel Kuşağı, Batı Afrika ve Doğu Afrika’da faaliyet gösteren terör gruplarının da İsrail açısından ideolojik ve güvenlik noktasında önemli bir tehdit unsuru olarak algılandığı unutulmamalıdır.
Orta vadede böylesi bir senaryonun gerçekleşmesi krizin bölge dışına taşınmasına ve Afrika’da yeni çatışmaların yaşanmasına sebep olabilecektir. Zira Afrika’da DEAŞ ve El-Kaide gibi terör örgütlerinin eylemlerinin artması, bu kriz öncesinde de İsrail için önemli bir tehdit niteliğindeydi. Terör örgütleri Sahel Kuşağı’nın çevresinde İsrail’in çıkarlarına da zarar verebilecek potansiyele sahiptir. Örneğin Sahel Kuşağı’nın kuzeybatısında Fas’a, doğusunda Etiyopya, Kenya, Uganda ve Ruanda’ya ve kuzeydoğusunda Mısır’a yönelik terör tehditlerinin öne çıkması muhtemeldir. Terör örgütlerinin faaliyetlerinin Afrika’da artmasıyla birlikte İsrail’in terör tehdidini ciddi bir şekilde algılaması söz konusu olacaktır.
Mısır’ın algılayacağı tehdit ise İsrail açısından da son derece önemli görülecektir. Zira 1978 Camp David Antlaşmaları ile Mısır’ın İsrail için bir tehdit olma durumu ortadan kalkmıştır. Bununla birlikte Mısır, ABD’den İsrail’den sonra en fazla askeri yardım alan ikinci ülke konumuna gelmiş ve İsrail ile istihbarat paylaşımı yapmıştır. Dolayısıyla 7 Ekim sonrası süreçte İsrail’in şoku atlatıp Gazze’ye misliyle karşılık veren müdahalesi durumu daha fazla kötüleştirebilme potansiyeline sahiptir. Böylesi bir müdahale sonucunda bölge ülkelerinin ve devlet dışı silahlı aktörlerin Hamas’a destek vermesi söz konusu olursa çatışma alanının genişlemesi ve terör örgütlerinin de çatışmaya müdahil olması ihtimal dahilindedir.
Afrika’da İran-İsrail Mücadelesi
İsrail için İran birincil güvenlik tehditleri arasında yer alıyor. İsrail ve İran’ın Afrika’da son yıllarda etki alanlarını artırma arayışları kıtada çıkar çatışmalarına neden olmaktadır. Nitekim İran, daha çok Doğu Afrika’da Eritre, Sudan ve az da olsa Cibuti ile iyi ilişkiler geliştirme ve sürdürme gayretindedir. Bunun karşısında İsrail ise Doğu Afrika’da özellikle Kenya, Eritre, Ruanda ve Etiyopya ile ilişkilerini güçlendirmektedir.
İran’ın Kızıldeniz’in kuzey kıyılarında ve Aden Körfezi’nde Suudi Arabistan ve Yemen’le ilişkileri kötü olduğundan Tahran yönetiminin güney kıyılarındaki ülkelerle bağları Basra Körfezi’nin ötesindeki amaçları için stratejik bir gereklilik olarak görülüyor. Kısacası Afrika, İran-İsrail mücadelesinin farklı bir sahası olarak öne çıkmaktadır. İsrail, İran’dan algıladığı güvenlik tehditlerine ve çevrelemeye yönelik girişimlere karşı reaksiyon alabilmek için Afrika’daki varlığını pekiştirmeye çalışacak ancak bu varlığının farklı cephelerde meşgul edilmesi için kullanılma ihtimalini de göz ardı etmeyecektir.
Öte yandan İsrail-Hamas çatışması bağlamında İran’ın yaşanan gerilimin devam etmesini ve sahanın genişlemesini arzu etmesi kuvvetle muhtemeldir. Zira İran’ın son dönemde bölgesel düzeyde yaşadığı sıkışma durumundan çıkması için fazla bir seçeneği kalmamıştır. Son dönemde bölgede İsrail’in Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Azerbaycan’dan yana tavır alması ve Azerbaycan’ın zafer kazanması, Suudi Arabistan-İsrail yakınlaşmasına yönelik çabaların yaşanması, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmeye doğru gitmesi İran açısından dezavantaj oluşturan durumlardır. Nitekim İran’ın Hamas’ı desteklemesine yönelik açıklamalar da bu bağlamda bölgesel rekabet açısından etkiye sahip olmasını mümkün kılmaktadır.
İsrail-Hamas çatışması kuvvetle muhtemel kısa sürmeyecek ve İsrail’in Hamas’ın operasyonuna cevabı yine büyük olasılıkla ağır olacaktır. Ancak böylesi bir senaryonun mevcut durumu daha fazla kötüleştirmesi ve çatışmanın farklı coğrafyalara sıçramasıyla genişlemesi de mümkün gözükmektedir. Zira özellikle İslam’ı kullanarak kendilerine meşru zemin oluşturmaya çalışan ve radikal eylemler gerçekleştiren terör örgütlerinin İsrail’in Filistin’deki saldırıları karşısında orta ve uzun vadelerde harekete geçme potansiyelleri bulunmaktadır. Afrika’daki son gelişmeler de sahanın bu tür hareketlilikler için müsait olduğunu göstermektedir.