Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları çerçevesinde New York’ta birçok ülke lideri dünya sorunlarına kendi bakışlarını dile getirme imkânı buluyor. Suriye iç savaşından mülteci meselesine, İran nükleer sorunundan Ukrayna, Libya, Yemen, Afganistan ve Kuzey Kore’ye kadar birçok çatışma ve sorun alanı gündeme getiriliyor.
Bunların yanında uluslararası sistemin yapısı ve BM’nin bu yapıda oynadığı rol de bazı liderlerin sorguladığı konuların başında geliyor. Dünya barışının korunması amacıyla kurulmuş olan BM’nin bu görevini yerine getirme konusunda son derece başarısız olduğu hemfikir olunan bir gerçek.
İşte bazı dünya liderleri BM’nin bu başarısızlığının altını çizdikten sonra BM sisteminin reforme edilmesinin zorunlu olduğunu ifade ediyorlar. BM reformu kavramı gündeme geldiğinde en çok yoğunlaşılan konu ise Güvenlik Konseyi’nin yapısı ve karar alma esasları oluyor.
Mevcut daimi üye sistemi ve veto mekanizmasıyla BM Güvenlik Konseyi’nin barışı koruma görevini hakkıyla yerine getirmesinin imkânsızlığı vurgulanıyor. Barışın korunması için kuvvet kullanma kararının verilmesi gerektiği durumlarda Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerinden en az birinin çıkarları doğrultusunda veto hakkını kullanması böyle bir kararın alınmasını engelliyor. Böylece BM, en etkili aracı olan kuvvet kullanma imkânından yoksun kalıyor. Bu da uluslararası hukuka aykırı davranmayı alışkanlık hâline getirmiş ülkeleri cesaretlendiriyor.
İsrail örneği bu konudaki açmazı açık bir şekilde yansıtıyor. ABD’nin kendisi aleyhindeki bütün Güvenlik Konseyi yaptırım kararlarını veto edeceğini bilen İsrail hükûmetleri uluslararası hukukun neredeyse bütün prensiplerini (işgal, sivillerin katledilmesi, yasak silahların kullanılması, kutsal mekânlara saldırı vb.) ihlal etmekten çekinmiyorlar.
ABD’nin vetosu İsrail saldırganlığına karşı BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmesini her defasında engelliyor.
Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinin doğrudan kendilerinin işlediği uluslararası hukuk ihlallerine karşı BM’nin harekete geçmesi ise imkânsız gibi. Ancak Genel Kurul’un hukuksal ve askerî bir yaptırım olmasa da siyasi baskı aracı olarak harekete geçirilmesi söz konusu olabilir.
Amerikan Başkanı Trump’ın son hukuksuz Filistin kararının ardından, Türkiye liderliğinde bir grup ülkenin Genel Kurul’u etkili bir şekilde işletip, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı kararın hukuksuzluğunun tescil edilmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Bu şekilde uluslararası camianın ABD’nin söz konusu kararını kabul etmediğini göstermiş olması, ileride güç dengeleri değiştiğinde bu hukuksuzluğun giderilmesi için atılacak adımların meşruiyetini oluşturacaktır.
Bu son cümledeki “güç dengeleri değiştiğinde” ifadesi üzerinden devam edelim.
Aslında uluslararası ilişkilerde esas olanın BM gibi örgütlerin temsil ettiği ve şekillenmesine katkıda bulunduğu uluslararası hukuk değil de güç olduğunu hep vurguluyoruz. Uluslararası hukukun da çoğu zaman güç politikasının bir aracına dönüştürüldüğünü de görüyoruz.
Bugün şikâyet edilen ve dönüştürülmek istenen BM sisteminin de İkinci Dünya Savaşı sonrası güç dengeleri esas alınarak kurulan bir yapı olduğu da biliniyor. Savaşın galipleri o zaman kendi güçlerini garanti altına alan bir yapı kurdular. Savaşı kaybeden Almanya ve Japonya gibi ülkelerin yanında, uluslararası sistemi etkileyebilme kapasitesi olmayan Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya ülkeleri bu yapı içerisinde kendilerine etkin bir yer bulamadılar.
Şimdi BM reformundan bahseden Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler, artık BM’nin yeni güç dağılımına göre yeniden dizayn edilmesini talep ediyorlar. Bu ülkelerin temel gayesi, BM Güvenlik Konseyi’ndeki haksız veto mekanizmasını kaldırmak değil, kendilerinin de bu mekanizmaya dâhil olmasını sağlamak.
Buna karşılık Türkiye gibi ülkeler, BM’nin barışı koruma görevini yerine getirmesini engelleyen veto mekanizmasının tamamen ortadan kaldırılmasını istiyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” söylemi, Almanya ve Japonya’nın istediği gibi, beş daimi üyenin sayısının artırılıp kendisine de veto hakkı verilmesi talebini ifade etmiyor.
Aksine Türkiye, bütün BM üyelerinin barışın korunması için hak ve sorumluluk üstleneceği veto engelinin olmadığı adil bir BM sistemi istiyor.
[Türkiye, 26 Eylül 2018].