- Son dönemde tartışmaların odağında olan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı nedir?
Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği terimi toplumun kadın ve erkeğe yüklediği sorumluluk ya da roller açısından yeni bir dağılım yapılmasını ve bu dağılımın eşit olmasını savunmaktadır. Bu noktada cinsiyet özelliklerinin yok sayılarak eşit dağılım talebinde bulunulması yeni bir eşitsizlik üretmektedir. Kadınların annelik vasfının yok sayılması ya da değersizleştirilmesi aile içinde anne ve baba rollerinin karışmasına yol açacaktır. Eşitlik talebi kadının annelik ya da aile/özel yaşamındaki sorumluluklarının göz ardı edilerek kadın ve erkekten aynı görev ve yükümlülüklere sahip olmasını öngörmektedir. Bu noktada kadının iş yaşamına katılımının desteklenmesi eşitlik prensibinin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Oysaki eşitlik durumu her bireyin ihtiyaç ve taleplerine göre sağlanacak destek ve uygulamalarla gerçekleşir.
- Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında kadınların aile/özel ve çalışma hayatındaki rollerini nasıl değerlendirmek gerekmektedir?
Bireylerin cinsiyetinden dolayı herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamasına yönelik bir anlayışı temsil eden toplumsal cinsiyet eşitliği terimi cinsiyetin önemsizliği veya cinsiyetin getirdiği özelliklerin önemsenmemesi olarak anlaşılmamalıdır. Toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımı ve bu katılım sürecinde de cinsiyetin neden olduğu bir ihlalle karşılaşılmaması gerektiğini öngörmesi kavramın güçlü yanını oluşturmaktadır. Fakat toplumsal cinsiyet eşitliği terimi bu güçlü özelliğinden ziyade kadınların yalnızca iş piyasasında üretimle değerli/eşit olabileceği noktasına doğru gitmektedir. Bu durum kadının anne rolünü değersizleştirdiği gibi aile yapısında kadının olumlu, yapıcı ve güçlü konumunu da zayıflatmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’nde yer alan endekslerden biri olan Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde de üç boyut bağlamında ölçüm yapılmaktadır. Kadının güçlendirilmesi parlamentodaki kadın milletvekili sayısı ve kadın ile erkeklerin orta ve yükseköğrenim oranlarıyla, üreme sağlığı boyutu anne ölüm ve erkek doğurganlık oranıyla, ekonomik boyut ise kadın ve erkeğin iş gücüne katılım oranı ile ölçülmektedir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak uygulamalar bu üç boyuttaki olumlu gelişmeyi destekleyecek şekilde olmalıdır.
- Mesleklerin cinsiyetlere göre kodlanması ya da aile hayatında kadının rolünün azaltılması eşitliği sağlamada etkili politikalar mıdır?
Bu kodlamalar kadın veya erkeklerin mesleki tercihlerini etkiliyor ve istemelerine rağmen hedeflerinden vazgeçmelerine sebep oluyorsa eşitsizlik söz konusudur ve bununla mücadele etmek gerekmektedir. Ayrıca bu mesleklerin gerektirdiği sorumlulukla aile veya özel yaşamdaki sorumlulukların çatışması da yine eşitsiz bir durum oluşturacaktır. Bu sorumlulukların paylaşılması ya da kolaylaşması için halihazırdaki uygulamaların amacı toplumun kadından beklentilerini pekiştirmek değil kadının iş ve aile yaşamında bölünmüşlüğüne bir çözüm getirmektir.
- Türkiye’de kadınların ekonomik ve sosyal yaşama katılımı için mevcut uygulamalar kadınların sosyoekonomik göstergelerini nasıl etkilemiştir?
Eğitimdeki bu olumlu gösterge iş gücüne katılımın artmasında da kendini göstermiştir. Her yıl görece bir artış sağlanmasına rağmen kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 30-35 bandında seyretmektedir. TÜİK İşgücü İstatistikleri verilerine göre Kasım 2018’de kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 34,1’dir. Bir önceki yıla göre artış yaşansa da kadınların toplam nüfusun yaklaşık yarısına karşılık gelmesi ve eğitim istatistiklerinde erkeklerle eşit bir dağılım göstermesine rağmen iş gücüne katılım oranının düşük olması eşitlik üretmek adına yapılan politikalarla birlikte toplumsal dinamiklerin ve kültürel birikime göre de uygulamaların revize edilmesi gerekliliğini göstermektedir.
- Eşitlik uygulamalarının kadınlar için yeniden eşitsizlik üretmesi sorununa karşılık neler yapılabilir?
Diğer yandan eşitlik uygulamalarının oluşturduğu “iş gücü piyasasında olma zorunluğu” baskısıyla toplum merkezli “aile kurma zorunluluğu” baskısı aynı amaca hizmet etmektedir. Aile ve iş yaşamındaki rollerin birbirine karşı üstünlüğü ya da birbiriyle çatışması değil birbirini tamamlayıcı olması hem kadın ve aile hem de toplum açısından sosyoekonomik refah üretecektir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği ile kadını erkekleştirme, erkeği kadınlaştırma ya da cinsiyetin önemsizliği konusuna değil cinsiyet farklılıklarının göz önünde bulundurularak cinsiyetten kaynaklı ayrımcı uygulamalara karşı mücadele verilmesi daha yararlı olacaktır.