SETA > Atölye |
Suudi Arabistan ve BM Güvenlik Konseyi

Suudi Arabistan ve BM Güvenlik Konseyi

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 18 Ekim'de 1 Ocak itibariyle üyelik süreleri sona erecek Azerbaycan, Guatemala, Fas, Pakistan ve Togo'nun yerine görev yapacak 5 ülke için oylamaya gitti ve oylama sonucunda Nijerya, Çad, Suudi Arabistan, Litvanya ve Şili BM Güvenlik Konseyi'nin iki yıllık geçici üyeliğine seçildi. Fakat BM tarihinde bir ilk yaşandı ve Suudi Arabistan, barış ve istikrarı sağlamada yetersiz kaldığı eleştirisiyle BMGK üyeliğini (henüz resmi bir adım atılmasa da) reddetti. Suudi Arabistan'ın, tarihinde ilk kez elde ettiği ve BM'nin yaptırım gücüne sahip tek siyasi organı olan Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini neden reddettiği ise çelişkili cevaplar içeriyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 18 Ekim’de 1 Ocak itibariyle üyelik süreleri sona erecek Azerbaycan, Guatemala, Fas, Pakistan ve Togo'nun yerine görev yapacak 5 ülke için oylamaya gitti ve oylama sonucunda Nijerya, Çad, Suudi Arabistan, Litvanya ve Şili BM Güvenlik Konseyi'nin iki yıllık geçici üyeliğine seçildi. Fakat BM tarihinde bir ilk yaşandı ve Suudi Arabistan, barış ve istikrarı sağlamada yetersiz kaldığı eleştirisiyle BMGK üyeliğini (henüz resmi bir adım atılmasa da) reddetti. Suudi Arabistan’ın, tarihinde ilk kez elde ettiği ve BM’nin yaptırım gücüne sahip tek siyasi organı olan Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini neden reddettiği ise çelişkili cevaplar içeriyor.

Sonucun açıklanmasının ardından Suudi Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, "Güvenlik Konseyi'ndeki yöntem, çalışma mekanizmaları ve çifte standartlar, dünya barışına yönelik sorumluluklarını gereği gibi üstlenmesine engel olmaktadır" denilerek, örgütün görevini yerine getiremediği ifade edildi. Açıklamada, BM’nin dünyadaki savaş ve ihtilafların çözümünde yetersiz kaldığı ve özellikle Suriye ve Filistin konularında başarı elde edemediğinin altı çizildi. Bunlara ek olarak, Güvenlik Konseyi’nin Ortadoğu ve dünyada kitle imha silahlarının yayılmasını önleme noktasında yetersiz olduğuna da dikkat çekildi.

Başından bu yana Suriye krizinde gerek askeri, gerek ekonomik ve gerekse diplomatik anlamda muhalefeti aktif bir şekilde destekleyen Suudi Arabistan, Esed rejiminin kimyasal silah kullanmaya kadar gidebilmesi ve Suriye halkına karşı suç işlemeye devam edebilmesinden uluslararası boyutta ciddi tepki vermeyen örgütü sorumlu tuttu. Aynı doğrultuda Filistin sorunuyla ilgili olarak da "…Filistin meselesinin 65 yıldır adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulamamış olması, Güvenlik Konseyi'nin görev ve sorumluluklarını yerine getirmekte yetersiz olduğunun bir kanıtıdır" denilerek örgüt yine eleştirildi.

Açıklamayı okuyan pek çok kişiye göre Suudi yönetimi eleştirilerinde hiç de haksız değil. Bu eleştirilere ek olarak BMGK’da başında daimi beş üyenin olması ve bu üyelerin veto hakkına sahip olması gelir. Uluslararası her krizde de BM’nin yalnızca bu ve bu ülkelerin müttefiki olan diğer ülkelerin çıkarlarını koruma aracından başka bir amaca hizmet etmediği seslendirilir. Dolayısıyla BM’nin meşruiyet krizi yaşadığını ifade malumu ilamdan ibaret sayılabilir. Bu eleştiride dikkat çekici nokta, BM ve benzeri kurumlardan müteşekkil uluslararası sistem tarafından bu denli korunan, her türü hak ihlaline göz yumulan ve eleştirdiği sisteme bağımlı olan bir ülke tarafından ve bu zamanlamayla yapılmış olmasıdır. Kaldı ki İran’a uygulanan yaptırım ve ambargo kararı gibi bazı BM kararları, en çok Suudi çıkarlarına hizmet etmektedir. Bundan dolayı Suudi Arabistan’ın tarihinde ilk kez elde ettiği bu statüden vazgeçmesinin asıl gerekçeleri merak uyandırıcıdır.

REDDİN ARKASINDAKİ SEBEPLER NELER OLABİLİR?

Suudi Arabistan’ın BMGK üyeliğini reddinin arkasında yatan asıl sebebin Amerika’nın Suriye’ye müdahalede bulunmaması ve son dönemde İran’la yakınlaşması olduğu iddia ediliyor. Esasında Suudi-Amerikan ilişkisinin, en açık anlamda enerji güvenliği ve milli güvenlik ihtiyacına dayandığını söylemek mümkündür. Yani Amerika, ekonomisinin devamı ve bölgedeki varlığını güçlü tutmak için Körfez petrollerine muhtaçken, Körfez ülkeleri de milli güvenliklerini sağlamak için Amerika’nın garantörlüğüne ve istihbarat desteğine ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla Amerika’nın İran’la yakınlaşması kısa vadede doğrudan Suudi Arabistan’la ilişkileri bozulacağı anlamına gelmez. Her ne kadar tarafların kullandığı dil değişse de, kısa vadede bu ilişkinin boyutları ve derinliğinin değişeceğini söylemek pek mümkün değildir. Yine de mezhepsel anlamda İran’la mücadelesi, hem İran’ın Körfez bölgesinde karışıklık çıkarma potansiyeline sahip olması ve hem de Suriye başta olmak üzere farklı bölgesel bir politika izlemelerinden dolayı Suudi Arabistan, İran’ın küresel destek kazanmasını istememektedir.

Suudi yönetiminin Amerika ile sürtüşme noktalarından bir diğeri de Amerika’nın Mısır’daki darbe yönetimine beklenen desteği vermemiş olmasıdır. Öyle ki Amerikan yönetimi Mısır ordusundan maddi desteğini çektiğini açıkladığında Suudi Arabistan’dan bunu telafi edebilecekleri açıklaması gelmiştir. Tüm bunlar Suudi yönetiminin BM’yi eleştirmesinden ziyade yeni bölgesel düzenle ilgili Suudi ve Amerikan yönetimleri arasında farklılıklar olduğuna işaret etmektedir.

SUUDİ ARABİSTAN’IN BM ELEŞTİRİSİ NASIL YORUMLANMALI?

Suriye krizi ve Filistin meselesinin çözümsüzlüğünden BM’yi sorumlu tutan Suudi Arabistan’ın samimiyetini test etmek zor değil. Tarihte çok gerilere gitmeden, son dört aya baktığımızda Suudi Arabistan’ın Mısır’daki darbeye verdiği destek hatırlandığında, bu hamlenin ciddi anlamda ahlaki kaygılarla yapılmadığını görmek zor olmayacaktır. Mısır’da seçilmiş Müslüman Kardeşler yönetimine yapılan darbeyi ‘terörle mücadele’ olarak tanımlayan ve darbe yönetimine milyar dolarlar akıtan, bunun yanı sıra Müslüman gruplar arasında ihtilafı körükleyen Suudi yönetiminin bölgede barışa ne kadar hizmet ettiği aşikârdır.

SUUDİ ARABİSTAN’IN BEKLENTİSİ VE SONRASI

Suudi yönetiminin bu reddinden sonra Amerika’nın Suriye politikasında ciddi değişikliğe gitmesini ya da İran’la yakınlaşma siyasetine son vermesini beklemek doğru görünmemektedir. Suudi Arabistan bu sembolik hamleyle hem bölgedeki yerini hatırlatmayı, hem bölge halkları nezdinde zedelenen imajını düzeltmeyi ve hem de Amerika’nın son dönem bölge politikasından duyduğu rahatsızlığı saldırgan ve eleştirel bir dille ifade etmeyi hedeflemiş olabilir.

Sonuç itibariyle bu ret, Suudi yönetiminin parçası olduğu küresel siyasal düzene bir başkaldırı değildir. Kararı netleştirmek için 1 Ocak’a kadar vakti olan Suudi yönetiminin bölgedeki son gelişmelerle birlikte aktif bir dış politika izlemesi gerektiği açıktır. Dolayısıyla, aynı kararda ısrar edip etmeyeceğini görmek için gelişmeleri izlemeye devam etmek gerekiyor.