Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 12 Mayıs'ta Kıbrıs konusunda verdiği karar Kıbrıs sorununun gelişimi açısından önemli olduğu kadar, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin geleceğini etkileme potansiyeli de taşımaktadır.
AİHM kararına göre Ankara'nın 90 milyon euroluk tazminat ödemesini üç ay içerisinde yapması gerekiyor. Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, söz konusu kararı uluslararası hukuk açısından bağlayıcı olarak görmediğini, AİHM'nin yetkilerini aştığını ve kapsamlı barış görüşmelerinin yeniden ivme kazandığı bir dönemde alınan bu kararın iyi niyetli olmadığını açıklayarak Türkiye'nin muhatap olarak görmediği Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne (GKRY) bu ödemeyi yapmayacağını ifade etti.
Bu durumda Türkiye- AB ilişkilerini oldukça olumsuz etkileyeceği açık olan bu kararı AİHM'nin neden aldığı sorusu önem kazanmaktadır. Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken imzalanan Londra ve Zürih Anlaşmaları kapsamında imzalanan Garantörlük Anlaşması'na dayanarak 1974'te uluslararası hukuka uygun olarak gerçekleştirmiş olduğu askeri operasyonun sonucu olarak gerçekleşen can kayıpları gerekçesiyle AİHM'ye başvuru yapılıp tazminat kararı alınabiliyorsa, bu mahkemenin yargı yetkisini tanıyan Fransa ve İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin gerçekleştirdikleri askeri operasyonlarda yaşanan can kayıpları ve diğer mağduriyetler nedeniyle de AİHM'ye başvuru yapılabilmelidir. İngiltere, İspanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin 2003'te ABD'nin yanında gerçekleştirdikleri Irak operasyonunda sayısız insan hakkı ihlali gerçekleştirdikleri biliniyor. Üstelik bu operasyon uluslararası hukuka aykırı şekilde yapılan bir "saldırı savaşı"ydı. Belçika ve Fransız askerlerinin Ruanda soykırımındaki, Hollanda askerlerinin Srebrenitsa soykırımındaki ve Alman askerlerinin Afganistan'daki katliamlardaki rolleri de AİHM'nin benzer kararlarına konu olmuyor.
Ancak konu Türkiye olunca AİHM hiç bu kadar çekingen davranmıyor ve ancak Kıbrıs sorununun bütün tarafları tatmin edecek bir çözüme kavuşturulması durumunda halledilebilecek meselelere el atmak suretiyle bu sorunu "mahkeme kararlarıyla çözmeyi hedefleyen" kararlara imza atıyor.
AİHM'nin mahkeme kararıyla Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Türkiye'ye baskı yapma politikası aslında yabancı olduğumuz bir tutum değil. Avrupa Birliği de, 24 Nisan 2004'te dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın ismiyle anılan Annan Planı çerçevesinde bir çözüm konusunda adada yapılan referandumda "hayır" oyu veren Rum tarafını ödüllendirmiş ve GKRY'nin bu karardan bir hafta sonra AB'ye resmen üye olmasına izin vermişti.
Türkiye'nin sorunun çözümü konusunda 2004'ten beri atmış olduğu yapıcı adımlar, artık AB üyesi olan Rum tarafında karşılık bulmazken, AB ve AİHM gibi kurumların Kıbrıs sorunu ile ilgili aldıkları kararlar sorunun çözümüne katkıda bulunmaktan uzak ve aksine çözümsüzlüğü güçlendiren hamleler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eğer Avrupa Türkiye ile dengeli karşılıklı bağımlılığa ve karşılıklı saygı ve güvene dayalı bir ilişki geliştirmek istiyorsa bu tutumundan vazgeçmeli ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda sadece Türkiye'ye değil, aynı zamanda Rumlara da baskı yapmalıdır.
[Sabah Perspektif, 17 Mayıs 2014]