Yönetim sistemi ne olursa olsun, siyasi istikrarla bir ülkenin parti yapısı arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Bir ülkede parti yapısı kurumsallaşmış ise o ülkenin siyasi sisteminin istikrarı da bundan olumlu anlamda etkilenir.
Bir sitemde, siyasi partiler kurumsallaşamamışsa siyasi alan parçalanır. Partiler bölünür. Ya da sistemde küçük partiler, sistem içi kırılganlıklardan yararlanmak için tetikte bekler.
Kurumsallaşma, “örgütlerin değer ve istikrar elde etme süreci” olarak tanımlanır. Burada “değer” kavramının altı çizilmelidir.
Kurumsallaşmış parti ve kökleşmiş partiler, iktidar olmasa bile, siyasal alanın içeriğini, tartışma ve müzakere konularını belirleme gücüne sahiptir.
Ancak bundan yoksunsa, siyasal alanda belirleyici olmadığı gibi, kendi iç kırılganlıklarına odaklanır. Sistemin genel yapısı da bu süreçlerden olumsuz etkilenir.
Bir parti belirli bir değer skalası etrafında, hem kurumsallaşmış hem de derin köklere sahipse, seçmenlerin parti aidiyetleri artar. Kendisini o partiye ait hisseder. Kişisel imajlara ve geçici siyasi kutuplaşmalara göre seçmenler yer değiştirmez. Böylece, sistem içerisinde partiler arasında seçmen oynaklığı azalır.
Sistem bu şekilde uzun dönemli işlemeye başladığında, partilerin siyasi elitleri kendilerini partinin kurumsal yapısına ve oluşan geleneklerine uydurmak zorunda kalır. Parti içi mikro iktidar mücadelesini de kurumsallaşmış teamüllere göre yapar.
Değilse, parti genel başkanı ile kavga ederek sonuç almaya çalışır.
Yazıya böyle uzunca bir giriş yapmanın önemli iki nedeni var.
Nedenlerden birisi, sırf iktidara oy kaybettirmek için taktiksel hamlelerle ve değer üretmeyen bir siyasi yaklaşımla siyasi alanın parçalanarak yeniden şekillendirilmeye çalışılması. Ve böyle bir siyasi anlayışla da, uzun dönemli olarak, siyasal yapının kurumsallaşmasının engellenmesi.
İkincisi de, bu birinci nedene bağlı olarak, köklü bir geçmişe sahip olduğunu iddia eden CHP’nin eline gelen tarihî fırsatı geri tepmesi ve yeni siyasi alanın oluşmasında aktörlük görevini üstlenememesi.
Kısaca izah edeyim. Siyasal sistemin dönüşümünün ardından yeni siyasal alan iki partili olmasa bile iki bloklu bir yapıya doğru gidiyor. Bu iki bloktan birinin taşıyıcılığını AK Parti üstlenmiş durumda.
Karşı blokun taşıyıcılığını, Türkiye siyasetindeki geçmişi dikkate alındığında, CHP’nin yapması beklenmekteydi.
Ancak, CHP karşı blokun taşıyıcılığını ve liderliğini yeterince yerine getiremediği gibi, kendi içindeki tartışmalarla birlikte, İyi Parti ve HDP’nin etki alanına girmiş bulunuyor.
Bunun yanında, AK Parti’ye karşı siyasi bir ağırlığı olmayan Saadet Partisi’ni aktörleştirmeye çalışıyor. Kendi siyasi elitlerini yönetemediği için de DSP’nin yeniden siyasi alana dâhil olmasını sağlıyor.
24 Haziran seçimlerinde CHP, oylarının bir kısmını HDP’ye yönlendirmişti. Böyle bir siyasete kızan bir kısım seçmen de İyi Parti’ye gitmişti.
Diğer taraftan, AK Parti’de geçmişte siyaset yapmış eski siyasetçilerden de cumhurbaşkanı arayışına girmesi, parti içi kavgaları ve görüş ayrılıklarını derinleştirmişti.
31 Mart seçimlerine giderken, CHP’de kavgaların ayrılıkların, istifaların giderek artması; aslında 24 Haziran seçimlerinde parti liderliğinin ve yönetiminin taktiksel ve yanlış hamlelerinin sonucudur.
Her ne kadar Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, 24 Haziran seçim sonuçlarını bir kazanım olarak görse de; CHP’nin giderek parçalı hâle gelmesi, seçim öncesi Kılıçdaroğlu’nun izlediği siyasetin bir sonucudur. Bu son, kaçınılmazdı.
Şimdi 31 Mart seçimlerine giderken de, 24 Haziran’ı da aşan bir mahiyette taktiksel, geçici ve siyasi değer üretemeyen siyasi hamlelere başvuruyor.
Hep beraber göreceğiz. CHP, bu taktiksel hamlelerle kısa dönemli kısmi kazanma yanılsımasına kapılabilir. Ancak bu taktikler, uzun dönemde CHP’ye kaybettirecek. İktidar olmadığı gibi, AK Parti karşısındaki blokun taşıyıcılığını da yapamaz duruma gelecek.
Türkiye’nin yeni siyasal sistemi için faydalı olacak siyasi yapı, iki partili olmasa bile, güçlü iki bloklu bir parti sisteminin varlığıdır.
[Türkiye, 5 Şubat 2019].